Savaşların kan ve gözyaşının hakim olduğu bir dünyada 100. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Yurtta sulh, cihanda Sulh” sözlerinin anlamı ve önemi çok daha iyi anlaşılıyor... Bu sadece bir parola değil, aynı zamanda bir üstün hukuk kuralıdır. Bir taraftan yurt içinde huzur ve sükûnu, güven içinde yaşamayı, diğer taraftan da milletlerarası barış ve güvenliği hedef tutar. Dünyada olabilecek herhangi bir rahatsızlığın herkese zarar verebileceğini, bu yüzden de milletlerin diğer milletlerin sorunlarına kayıtsız kalamayacağını ifade eden Atatürkçülüğün bütünleştirici ilkelerindendir.
ATATÜRK, bütün dünyanın takdir ettiği büyük bir askerdi; fakat bu özelliğine rağmen sorunların üstesinden gelmede savaşı hiçbir zaman bir çözüm yolu olarak görmemiştir. Ömrü savaş meydanlarında geçmesine rağmen savaştan çok barış diyordu. Her fırsatta savaş karşıtlığını vurguluyordu. Çünkü o, savaşın ne demek olduğunu, acıklı hallerini herkesten çok iyi bilen, bu sebeple de barışı korumaya büyük özen gösteren bir askerdi. ATATÜRK, 1921 yılında, yani Kurtuluş Savaşı esnasında, yaptığı bir konuşmada şöyle demiştir:
“Meclisimiz ve meclisimizin hükümeti savaşçı ve maceracı olmaktan uzaktır. Bilâkis, sulh ve selameti tercih eder.”
Muzaffer Türk Ordularının Başkomutanı olarak 1923’te Adana’daki konuşması da yine savaş değil barış odaklıydı:
“Savaş zorunlu ve hayati olmalı. Milleti savaşa götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir.”
Gerçekten de ATATÜRK’ün haksız bir savaşı yoktu. O’nun tüm savaşları haklıydı, meşruydu. O öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye savaşmıştı.
***
Yıl 1976, UNESCO, üyelerine bir öneriyle gelir. Öneri ATATÜRK’ün doğumunun yüzüncü yılında, UNESCO üyesi 152 ülkenin aynı anda kutlamasıdır. Birden İsveç delegesi tepki verir ve şöyle der:
“Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?”
Bu kinayeli sözler üzerine Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine şunu söyler:
” Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız.”
Ve UNESCO tarihinde ilk ve tekdir hiç negatif oy yok, hiç çekimser oy yok 152 ülke şu metne imza atar: “ATATÜRK kimdir; ATATÜRK uluslararası anlayış, iş birliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen...”
Buna ilk imzayı koyan da ‘Ben ATATÜRK’ü inceledim” deyip, özür dileyen İsveç delegesi olur.
-Yıl 1996, Haiti Cumhurbaşkanı ölür. Vasiyetinde mezar taşına yazılması için bir metin bırakmıştır: “Bütün ömrüm boyunca Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anlamış ve uygulamış olmaktan dolayı mutlu öldüm.”
-2000 yılında ABD Başkanı milenyum mesajını veriyor. Mesajın bir yerinde aynen şunları söyler:
“Bugün milenyumun hiç şüphe yoktur ki tek devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’tür. Çünkü o yılın değil asrın lideri olabilmeyi başarmış tek liderdir.”
(İçimizden Biri ATATÜRK Araştırmacı Yazar Prof. İlknur Güntürkün Kalıpçı)
***
ATATÜRK’ün uzun yıllar önceden uzağı görüş ve sezişinin örnekleri pek çoktur. ATATÜRK, büyük devletlerin, büyük bir savaşa hazırlandıklarını pekâlâ görüyordu. Fakat kendisi bu akıma kapılmak hatasına düşmemişti. Diyordu ki:
“Biz savaşçı değiliz. Barışın bir an önce sağlanmasını görmek ve ona yardım etmek istiyoruz.”
“Büyük devletlerle dost ve samimi bir denge politikası izlemek, içte ve dışta güçlü olmak” gerektiğini söylerdi.
Kendi ülkesi ve ulusu için istediği ve kutsal bildiği bütün hakları, diğer ülkeler ve uluslar içinde aynı derecede aynı samimiyet ve sıcaklıkla isterdi. Uluslar arasında ve her ulusun kendi içinde şeref, hürriyet ve haklar bakımından bir takım boş sözlerle fark gözetilmesine asla taraftar değildi. Bu ulvi ve insani inanışın ilhamıyla çevresindekilere daima şöyle derdi:
“Mesut bir dünya içinde mesut bir Türkiye”
İnsanlığın çektiği acıları görüyor, ciddi şekilde üzülüyor, adeta içi yanıyordu. O’nun yabancı devlet adamlarına söyledikleri şunlardı:
“Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar bütün dünya milletlerinin de huzurunu, refahını düşünmek ve kendi milletinin saadetine ne kadar değer veriyorsa, bütün dünya milletlerinin de saadetine de aynı derecede hizmet etmeye çalışmalıdır. Bütün akıllı insanlar takdir ederler ki bu vadide çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak diğer bir yoldan kendi huzurunu saadetini sağlamaya çalışmak demektir. Dünya milletleri arasında huzur, sükûn ve geçim olmazsa tek başına bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan yoksundur. Milletleri yönetenler tabii önce kendi milletlerinin mevcudiyet ve saadetlerinin amili olmak isterler. Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır. Dünyadaki tüm olaylar bunu bize açıktan açığa ispat eder. İnsanlığın tümünü bir vücut ve her milleti bunun bir uzvu addetmek icap eder… Bu vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün unsurlar müteessir olur.”
(Hulusi Turgut’un derlediği Atatürk’ün sırdaşı Kılıç Ali’nin anıları.)
***
Geliyoruz günümüze; dünyanın gözü önünde çocuk kadın demeden İsrail katliama devam ediyor. Başta ABD olmak üzere batı dünyası da kayıtsız şartsız bu alçaklığa, cinayete destek veriyor, adına da hiç utanmadan savaş diyorlar… Mazlumları, masum sivilleri, korumasız insanları bombalamayı, katletmeyi, aç, susuz bırakmayı meşru, kendilerine hak görüyorlar. ATATÜRK’ün izinden yürüyen Türkiye’nin ısrarlı “barış” çağrılarını duymazdan gelip, kalıcı bir savaşı körükleyerek de hem kendi ülkeleri hem de dünya insanlarının huzur ve güvenini tehlikeye sokuyorlar...