Sözlerini bıçak gibi kesti, dudaklarını suç işlemiş bir çocuğun dudakları gibi sündürdü, başını da, utangaç önüne eğdi, yumuldu, derin düşüncelere daldı.
Poyraz Musa sevecen:
"Bak Kaptanım, kardeşim, senin başımız üstünde yerin var. Portakal bahçesini satmanın da hiç bir gereği yok."
"Nereden para bulacağım da buradan bir ev alacağım. Bir de askerlik var başımda. Bir de..." Kızarıyor bozarıyor, yutkunup duruyor, bir de...nin bir türlü sonunu getiremiyordu.
"Bir de Kaptan?"
Kaptan:
"Bir de..." dedi gene sustu.
Poyraz Musa onun sırtını okşarken:
"Kaptanım," derken ta yürekten gelen sevinç dolu bir gülümsemeyle gülümseyerek, "evet kaptanım, bir de seni bekliyen birisi var."
Bütün sıkıntılarını üstünden atmış Kaptan bağırırcasına:
"Var," dedi.
"Öyleyse beni dinle Kaptan. Sözüme bir iyice kulak var." Elini iç cebine attı,oradan kesesini çıkardı büzgüsünü açtı, içinden bir altın aldı, Kadri Kaptana uzattı, Kaptan, altının farkına varınca uzanmış elini geri çekti. Poyraz Musa buyururcasına:
"Al şunu," dedi. Sesi keskindi. Kaptanın eli kendiliğinden altına uzandı.
"Ha şöyle. Yarın öbür gün kasabaya indiğinde doğru Mal Müdürüne gideceksin. Benim selamımı söyleyeceksin, böyle, böyle, böyle diyeceksin. Elindeki altını ona uzatacaksın, o altını almak istemeyecek, parayı masasının üstüne koyacak, o ne derse desin ağzını açmayacak, yere bakacaksın. O sövecek sayacak, sen susacaksın. O, köpürecek, sen gene susacaksın. Üstüne yürüse gene yerinden kıpırdamayacaksın. Bir kaya parçası gibi duracaksın. Sonunda, o azıcık durulunca sen yavaşça konuşacaksın,"ben bilmiyor muyum sanki," diyeceksin, "sen hakkı yenmiş bir kahramansın. Kahramanlara bu bir tekcik altın az ama, ben ne yapayım, bu kadar. Evimi satayım da..." o zaman o sözünü kesecek, "sus," diye bağıracak, ardından da yumşayıp işini görecek. Ondan sonra da tapucuya gider..."
Elindeki üç Mecidiyeyi Kaptana uzattı, "bunları da tapucuya vereceksin."Tapucuyu da uzun uzun anlattıktan sonra:
"Haydi aşağıya inelim. Beğendiğin bir ev var mı?"
"Yok. Yok ya size komşu olmak isterim, olur mu?"
"Haydi şu evlere bir bakalım."
Kaptan, Vasilinin evinin yanındaki evi seçti. Ev iki katlıydı. Patlıcan moruna boyanmıştı. Önündeki ve arkasındaki büyücek bahçesinde türlü türlü çiçekler açmış, ortalık, arıları, kelebekleri, çiçekleriyle bir ışıltıda, bir renk cümbüşündeydi.
"Bu kimin evi?"
"Keti Sotirinin evi."
"Haydi çıkıp dolaşalım Keti Sotirinin evini. O da Vasilinin evi kadar güzeldir. Yalnız ocaklığın üstüne yapılmış uzun, pembe beyaz çiçekli bir badem dalından başka resim yoktur."
Vasili:
"Benim evden de güzeldir güzel Ketinin evi."
FIRAT SUYU KAN AKIYOR BAKSANA (38)
|
|
"Keti Sotirinin evini istiyorum, diyeceksin Mal Müdürüne."
Kadri Kaptan Keti Sotiriyi çok iyi tanıyordu. Kızıl saçlı, büyük mavi duru gözlü, ince çeneli, kalın dudaklı, uzun boylu, diri memeleri ta uzaktan belli olan bir kadındı. Belki de bu yörenin en güzel kadınıydı. Kocası Balkan Savaşında öldürülmüş bir ihtiyat zabitiydi. Elia Sotiri İstanbulda, Atinada, Pariste okumuştu. Zengin bir aileden geliyordu. Bir evi kıyıdaki büyük şehirdeydi. Bir evi de işte bu evdi. Elia Sotirinin iki erkek çocuğu kalmış, Keti de şehirdeki evini, hanını, dükkanlarını satmış, altına çevirmişti. İki çocuğuna babalarının sağlığındakinden daha iyi bakıyor, daha iyi yediriyor içiriyor, daha güzel giyindiriyordu.Keti, Ketinin çocukları Kadri Kaptanın gözlerinin önüne gelmişler, yere çakılmışcasına orada durmuşlar, boş gözlerle evlerine bakıyorlardı.
"Kaptan, iyi ki sen aldın güzel Ketinin evini. Ya kadir kıymet bilmez biri alsaydı."
Poyraz Musa bir Kaptanın, bir Vasilinin yüzüne baktı, ikisi de üzgündü.
"Çok mu güzeldi Keti Sotiri?"
İkisi iki yerden:
"Çok, çok," dediler üzüntüyle.
Ve Vasili Elia Sotirinin Balkan Savaşında küçücük birliğiyle bir Rus taburuna karşı koyarak, üç gün üç gece çarpıştığını, birliğinden bir tek kişinin kurtulmadığını uzun uzun anlattı.
Önce çok sevindi Kadri Kaptan, sonra üzüldü. Yüzü bir aydınlanıyor, bir kapanıyordu. Bu da Poyrazın gözlerinden kaçmıyordu.
"Kadri Kaptan bu ada yakında dolacak. Bu evlerin her biri bir kişinin olacak. O kişilerin kim olduklarını, hırlı mı, hırsız mı, kanlı mı, zalim mi, kim olduklarını ne bileceğiz. Bırak da iyi adamların evinde iyi adamlar otursunlar. Sen güzel Ketinin evine gözün gibi bakarsın."
"Bakarım." diye sevinerek konuştu içine kapanmış, yumulmuş Kaptan. "Anam ne diyecek bu işe, güzel Ketinin evini aldığıma, bilmem ki..."
"Ne diyecek," diye güldü Poyraz. "Böyle güzel bir ev İstanbulda bile yok. Anan güzel Ketiyi tanır mıydı?"
"Tanımaz olur mu hiç. Keti kasabaya indiğinde, bütün kasabalı kadın erkek, çocuk genç onu görmek için çarşıya dökülürdü. O kadar güzeldi Keti, bir Huri kadar."
"İyi ya..."
"İyi ya, anam istemezse..."
"Neden istemesin?"
"O çok ters bir kadındır."
"Tapuyu almadan ona söyleme?"
"Söylemem. Bu iyi işte."
Kadri Kaptana birden bir şeyler oldu. Kıpır kıpırdı, yerinde duramıyordu. Gözü de, iskelede sallanan teknesindeydi. Bir Poyraza bir Vasiliye bakıyordu.
"Ne pireleniyorsun Kaptan?"
"Ben gideyim artık Poyraz Reis."Öteden gülerek gelen Lena:
"Ne oldu sana böyle Kadrimu, oğlumu. Hayırlı olsun. Güzel insanların evleri iyi insanlara yakışır. Anan da gelecek mi adaya?"
"Bilmem ki Lena Ana. O, hiç belli olur mu ki?"
"Olur, belli olur. O buraya gelecek. O çok akıllıdır. O, bu adayı sever."
"Ya portakal bahçesi?"
"Buraya da portakal ağacı dikersin."
"Dikerim," dedi Kadri Kaptan ayağa kalktı, koşarcasına iskeleye vardı, teknesine atlamasıyla, motoru çalıştırması bir oldu.
Poyraz arkasından:
"Bana bir haber salmayı unutma. Ya da sen gel," diye bağırdı.
Kaptan, biraz açılınca gazı sonuna kadar verdi, pırıl pırıl motor öylesine yolluydu ki denizi yarıyordu. Çok, çok, çok çabuk ulaşmak istiyordu kasabaya. Hemen Mal Müdürüne gitmek, huzuruna çıkmak, altını masanın üstüne koymak, o ne derse desin aldırmamak, sen bir hakkı yenmiş ulu bir kahramansın demek, Poyraz Musa Reis selam etti diyerek işi pekiştirmek... Sonra tapucuya... Elini derin şalvar cebine attı, dipteki paralara dokundu, üstüste saydı. Tapuyu alır almaz Vasilinin kedisi gibi bir de kedisi olacaktı. Anası sütsüz yapamazdı, üç de keçi... Kaba Adadaki Hızırın mavi keçileri kimbilir ne çok süt verirlerdi. Ama onlara dokunulmazdı ki. O keçilerden birini bir avcı vurmuş. Daha kurşun keçiye değmeden avcı çont oluvermiş, kaskatı, kayanın sivrisinden denize yuvarlanmış, taş gibi de dibe çökmüş. Ben vurmayacağım ki keçileri, diye düşündü, ben südünü sağacağım yalnız. Anam da yoğurt yapacak, yayık yayıp yağ alacak, südünü içecek. Keçiler yavrulayacak. Deniz mavisi bir sürü keçi dolaşacak adada... Anam sevinecek. Keçileri zeytinli koyakta kıl eğirerek güdecek. Mavi kıllardan da işlemeli çullar dokuyacak ki, her biri üç altın eder... Sonra da, sonra da... Bunu düşünmekten bile utanıyordu. Sonra da, sonra da... Keti Sotiri gibi güzel bir kızla evlenecek. Belki Rumlar geri dönerler, o da bir Rum kızıyla evlenir. Anası bir Rum kızıyla evlendi, diye kızar mı ki? Kızmaz kızmaz, o Rumları çok sever... Ya sözlüsü? Utandı.
Kasabaya ne kadar zamanda vardı, farkında bile olmadı. Karanlık kavuşurken evdeydi. Anası onu sevinçle karşıladı, kucakladı, öptü, "anlat," dedi. "Senin geleceğini biliyordum, mantı yaptım." Bir sofrayı seriyor, bir, "bugün senin aklında bir şeyler var, anlat anlat," diyordu.Kadri Kaptan bir yandan yemeğini yerken, bir yandan olanı biteni anasına anlatıyordu. Anası da, "iyi olmuş, iyi olmuş, Atoynatanoğlu iyi oğlandır, iyi oğlandır," diyordu. "Bu Poyraz Reis de ne adammış ha! Kimbilir kimdir, kimbilir nerelerden gelmiştir?"
"Büyük bir soydan olacak. Göğsünde altın madalyası, boynunda da altın muskası var. Nah, bu kadar muska, altın."Kaptan anasına olup biten her şeyi, bir tekini kaçırmadan anlatıyordu da kendi aldığı güzel evi, eve alacağı ala, mor, kahverengi, turuncu keçileri bir türlü söyleyemiyor, içi içini yiyordu. Ya kedi!
O gece sabaha kadar uyuyamadı. İçi alıp alıp verdi.
Sabah erkenden, daha gün doğmadan yataktan çıktı, çabucak tıraş oldu, sofraya oturmasıyla, ağzına birkaç lokma atıp kalkması bir oldu, az sonra da kendisini Mal Müdürlüğünün önünde buldu. Avlu duvarının üstüne oturdu. Teknedeki dünkü düşlerden daha yoğun düş üstüne düş kurmağa başladı. Bu tekneyi kendisine hediye eden ustasına gidecek. Yakında zengin olacaktı ya, usta diyecek, bana Allah çok verdi. Her şey senin yüzünden oldu. Duydum ki sen burada çok sıkılmışsın. Seni almağa geldim. Sen hiç korkma. Bizim adanın Reisi Poyraz Reis, altın madalyası da var. Mustafa Kemal Paşa vermiş. Paşanın çok
has adamı. Bir de boynunda nah bu kadar altın muskası var, onu da bir ermiş vermiş ona Arabistanda, Urfada. O da bana, söyle Ustana gelsin, dedi. Senin Ustanın, öyle bir adamın başımız üstünde yeri var. Öyle bir adamın yaban ellerde ne işi var. Söyle ona, dedi, evi, o gelene kadar, yüz yıl da geçse, ev çürüse de, yıkılsa da boş kalacak."Ne o Kadri Kaptan, oraya ne oturmuş kalmışsın, bu duvarın üstüne, ne malihülyalara dalmışsın."Başını kaldırınca karşısında balıkçı arkadaşı Kara Hasanı gördü.
"Bir işin mi var burada?"
"Var."
"Kılıç zamanı geldi de geçiyor. İstersen bu yıl senin teknende çalışırım. Bıktım o reislerden. Sen beni bilirsin."
"Bilirim Hasan Usta.-"
"Zıpkıncılığı biz icat ettik."
"Bilirim Ustam."
"Öyleyse?"
"Hele dur, işim var."
"Ne kadar?"
"Bilemem. Sen gir bir tekneye, sonra ben seni bulurum."
"Sende iş yok oğlum. Bu güzel tekneyi işsiz güçsüz, bomboş, denizde çürüt bakalım."
"Seni yakında bulurum."
"Ben de seni beklerim."
Gün üç kavak boyu yükselmiş, daireler açılmıştı. İvedilikle Abdülvahap Beyin karşısına çıktı, Mal Müdürü onu sandığından iyi karşıladı, masanın üstüne koyduğu altını ses çıkarmadan aldı. Onunla biraz hoş beş ettikten sonra bir de kahve söyledi. İşini çabuk görüp onu tapuya yolladı. Poyraz Musanın, Abdulvahap Beyin selamını alan, öküz gözü üç
gümüş Mecideyeyi de avucunda bulan tapucu da onu bekletmedi. Tapucunun yanından çıkan Kaptan doğru kahveye gitti, kahvede kimsecikler yoktu, ocakçıya selam verdi. Ocakçı Kaptanı bunca yıldır tanıyordu, onu hiç böyle sevinç içinde görmemişti. Kapıdan bir sevinç yeli gibi iskeleye aktı, teknesine bindi motoru çalıştırdı gazı verdi dümeni denizin ortasına kırdı, bir süre gittikten sonra sağa döndü, ardından sola, öne, arkaya... Nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Gazı kesti, teknenin küpeştesine oturdu, kalktı kalktı oturdu. İskeleye geldi yanaştı, tekneyi eski yerine bağladı, kahveye girdi, kahvede daha kimsecikler yoktu, dışarıya çıktı. Ocakçı arkasından, "ne o Kadri Kaptan, ne oluyor," diye bağırdı. O duymadı. Kasabaya döndü yönünü, çarşıya indi, berber dükkanının önünden birkaç kez geçti, her geçişinde de hayal meyal kendisini gördü. Berber dükkanının önünde volta vurmağa başladı. Burnuna sabun, limon çiçeği kolonyası kokusu geliyordu. Bulanık, buğulu dükkanın içine girdi. Aynayı, kendini, berberi, arkasından aynaya yansımış çarşıyı, gelip geçenleri bir sis bulutu arkasından görüyordu.
Ne zaman tıraş oldu, ne zaman dışarıya çıktı, ne zaman avlu kapılarının önüne geldi, bilemiyordu. Tapusu elindeydi. Bu hiç anlamadığı kargacık kurgacık çizgilere bakıyordu. Avlu kapısını açmıştı ya içeriye giremiyordu. Daha limon çiçeklerinin,buğulu sabun köpüklerinin kokusu burnundaydı. Kapıdan da ayrılamıyordu. "Güzel Keti Sotirinin evini aldım ana!" Anası kıyameti koparacak, yüzüne tükürecek, onu aşağılayacak, belki de, çok kızdığında yaptığı gibi, başını alıp karşı dağdaki köyüne gidecek, bütün kasaba yoluna dökülse, elini ayağını öpseler yolundan dönmeyecekti. Ancak birkaç yıl sonradır ki öfkesi dinecek, ondan sonra geri gelecek, Kadri Kaptanın boynuna ağlayarak sarılacaktı.
"Ne durdun kaldın orada oğlum, Kaptanım, o elinde tuttuğun kağıt da ne?"Birden kendine geldi, suçüstü yakalanmıştı. Ne yapacağını, elindeki kağıdı nereye saklayacağını bilemedi. O cebine koyuyor, ordan çıkarıyor, öteki cebine koyuyor, oradan oraya elleri mekik dokuyordu. Anası oğlunun böylesine şaşkın halinden korkmuştu.
"Ne oldu sana böyle oğlum, Kaptanım, o saklamağa çalıştığın elindeki kağıt ne?"
"Tapu Ana, tapu," dedi Kadri Kaptan can havliyle, bir kurtuluş umuduyla.
"Ne tapusu oğlum, Kaptanım?"
Anasının sesi sıcacık, sevgi dolu, sevecendi. Her zaman böyle olmazdı. Onun bu hali Kaptanı iyice kendine getirdi.
"Ev tapusu Ana?"
"Ne evi yavrum?"
Kaptan, hem sevniçli, hem de endişeliydi.
"Karınca Adasından bir ev aldım Ana."
"Nasıl bir ev yavrum?"
Anası iyice meraklanmış, gülümsemeğe başlamıştı. Ana önde, Kaptan arkada eve yürüdüler, sedire karşılıklı oturdular.
"Patlıcan rengi bir ev, iki katlı. Çatısı kırmızı kiremit. Alt katta bir ocaklık var yeşil mermerden, üst katta bir ocaklık var, mavi damarlı mermerden. Ocaklığın üstünde de bir resim, çiçek açmış bir badem dalı... Dalın yöresinde de türlü türlü küçücük, binbir renkte kuşlar uçuşuyor, kanatları pır pır... Ev denize bakıyor, iskeleye yakın. Hem önde, hem de arkada, şu bizim portakal bahçesinin belki de beş misli birer bahçe. Evin önündeki bahçede de üç tane koskocaman nar ağacı var."