Yazar Ayşe Kulin, “Romanımın en önemli cümlesini kurarken bırakın yakın ailemi, dünürüm hastalanıp ararsa kapatırım bilgisayarı, ailemin beklediği yere giderim” diyor. Kulin, milyonların sevgisini hayatın bu denli içinde olmasına bağlıyor
Allah’tan oğlu Selim çocukları bir gün önce aldı da Alaçatı Exclusive Alkoçlar Otel’de buluşup sohbetimizi gerçekleştirebildik. 8 torunu olan, 74 yaşına basan Ayşe Kulin hiç de öyle babaannelere benzemiyor. İncecik vücudu, zarif hareketleri, alımlı yüzüyle “yaşsız kadınlar klübünde” yerini almış.
Bu arada gördüğüm kadarıyla Alaçatı’da Pegasus’un da desteğiyle sörf turizmi büyüyor. Pegasus Airlines PWA Windsurf Dünya Kupası yarışlarında yerli yabancı turistlerden beklentilerin üstünde bir ilgi vardı.
Heyecanlı yarışların bir bölümünü izledim, Kulin’le kadınlık hallerini de konuştuğumuz sohbetimizde Çağla Kubat’ın kadınlarda yabancı rakiplerinin ardından üçüncü olması Alaçatı gündeminin bir numaralı konusuydu.
‘Mecburen’ torun bakıyor
Ayşe Kulin en çok satanlar listesini sallayan ‘Adı: Aylin’ biyografik romanı ile şöhret oldu. Çoğu senaryolaştırılan Sevdalinka, Köprü, Nefes Nefese, Veda gibi romanlarıyla okurlarında bağımlılık yapan Ayşe Kulin sorularımı yanıtladı.
Az daha bugün de buluşamıyorduk! Torunlara bakmanız mecburiyet mi, bir tercih mi?
Vallahi mecburiyetten. Oğlum Selim İngiltere’ye yerleşti. Ziya 4, Kiara 6 yaşında. Amerikalı gelinimin Türkiye’de oturma izni olmasına rağmen Amerika’dan başvuru yapması gerekti. Amerika’ya gitti vize işlemleri için. Urla’da bütün yaz çocuklar bende kaldı. Dört çocuğum, sekiz de torunum var. Sekiz torun da şimdi burada, geçen akşam beşi bizde yattı. Yer kalmadı. Evimde her zaman torunların oyuncakları, yatakları, odaları hazırdır. Önce anneyim, sonra büyük anneyim, ondan sonra yazarım. Bunu övünerek söylemiyorum, yazar kimliği önde gelen insanlar daha iyi yazar oluyorlar.
Yazımı yazarken, romanımın en önemli cümlesini kurarken bırakın yakın ailemi, dünürüm hastalanıp ararsa, ‘Romanımı yazıyorum, cümlemi bitireceğim’ diyemem. Kapatırım makineyi ailemin beklediği yere giderim, çoluğumun çocuğumun yanına koşarım.
Çok satanlar peşinci
Ama çok satmanın bir sorumluluğu da var...
Var tabii, bu yaz 7. imza gününü Bozcaada’da yaptım. Bir ifşaatta bulunayım biz çok satan yazarlar paramızı peşin alıyoruz. Biz yayınevine, ‘lütfen paramızı peşin verin demiyoruz’ ama yayınevleri başka yerlere gitmeyelim diye, bağlamak için peşin veriyorlar. Param, kitabımı verdiğim anda cebimde. Ondan sonra imza günlerine gitmem, şehir şehir dolaşıp o kitabı sattırmaya çalışmam yayıncıya olan sorumluluğum. Bunu her zaman yerine getiririm, hatta bir yere gidiyorsam telefon ediyorum, ‘buraya gidiyorum isterseniz orada bir imza günü yapın’ diyorum. Ama yapmayabilirim de çünkü bana maddi bir katkısı yok.
Kolay yazıyorsunuz sanki...
Keskin yalnızlıklara ihtiyacı olan yazarlar var. Ben o şekilde yazamam, hayatım buna müsaade etmiyor. Hayatın içinden yaşarken yazmalıyım romanımı. Belki de o yüzden romanlarım çok samimi oluyor. Mutfakta oturup yazıyorum mesela yemeğim yanarsa gidip altını kapatayım, diye. Çok halkın içindeyim, markette, metroda her yerde görürsünüz beni.
Çok satan kitaplar yazıyorsunuz, bunun bir matematiği var mı?
Matematiğim her zaman çok zayıftı. Onu romanda tutturamam, yapmaya da kalkmam. Böyle proje şeklinde yazanlar var. Romana bir fikirle oturuyorum tabii ama yazmaya başladığım anda sanki bir yere bağlanıyorum, ondan sonra açılıyor benim yazım. Kamera arkasında çalışmış olmanın bir vizörden bakar gibi olayları görmeme yardımcı olduğunu kabul ediyorum. İkincisi hayatın içinde yaşarken yazıyorum, hayattakileri de kitaba katıyorum. Ama tabii bunlar doğru şeyler mi çünkü kitabınız o günün kitabı oluyor, ileriye kalır mı bilemem.