Erdal Beşikçioğlu bugünlerde ‘46 Yok Olan’ dizisi ile ekranlarda arz-ı endam ediyor. Dizinin başarısı, tıkanan sektördeki dinamikleri değiştirebilir. Çünkü her şeyden önce uzun dizi sürelerine bayrak açan bir yapım. Sonra, Türk dizilerinde artık karakterler hep aynı, oyuncular değişiyor.
46 Yok Olan’ın ise özgün bir senaryosu var. Bir genetik profesörünün 5 yıldır komada olan kardeşini uyandırmak için, tıptan umudunu kesip geliştirdiği iksiri önce kendi üzerinde deneyip bambaşka bir karaktere dönüşmesiyle başlıyor her şey. Biraz fantastik bir iş, biraz bilim kurguya yakın…
Erdal Beşikçioğlu ile dizinin öyküsünden yola çıkarak günlük yaşama sıçramalarla bir sohbet yaptık.
Damarıma basıyorlar
- Behzat Ç, Bir Delinin Hatıra Defteri, şimdi de 46’daki genetik profesörü Murat. Neden hep ‘arıza’ tipleri canlandırmayı seçiyorsunuz? Sizde bu format tuttu diye yapımcıların yönlendirmesi mi, yoksa siz mi böyle karakterleri oynamayı tercih ediyorsunuz?
Ben de biraz seviyorum çünkü çelişkileri çok fazla bu karakterlerin. Ama normalde de zaten her insan kendi içinde çok ciddi bir arızadır. Ben sadece normal görünen insanların bu arıza taraflarını gün yüzüne çıkartıyorum. Senin de arıza olduğun çok taraf vardır eminim. Senin de mesela damarına bassam kim bilir senden de nasıl bir canavar çıkar. Yakın dönem Türk dizilerinde karakterler hep aynı sadece o karakterleri oynayan oyuncular değişmeye başladı. Bugün ekranlarda yayınlanan dizilerin çoğuna bakın, bir aksiyon oluşturabilmek için hep birisine bir şey oluyor ve herkes, bütün aile hastaneye koşturuyor. Hastane bir aksiyon kapımız olmaya başladı.
-Hayat benim damarıma çok bastı ama öyle canavar falan çıkmadı içimden!
Nereden biliyorsunuz. Ben de arıza değilim, oynadığım karakter de arıza değil. Ben aslında arıza karakterleri değil damarına basılmış karakterleri canlandırıyorum. Oynadığım karakterde hayat, onun en sevdiği insanı yatağa bağlamak durumunda bırakmış. Kardeşini iyileştirmeye çalışan müzmin bir bekar doktordan bahsediyoruz. Şu ana kadar bastırılmış bütün duyguları hazırladığı bu iksir tarafından açığa çıkmış. Behzat Ç.’de de öyleydi. Hayat onu en sevdiği insandan uzak bırakmış, kızını öldürmüşler ve hep bunun nedenini sormuş. Vali’de de öyleydi, hayat hep uzlaşamayan toplumların acısını bir validen çıkartmış. Toplum içerisinde hepimizin bastırılmış karakterini açığa çıkartıyoruz aslında. Hepimiz bizi taciz eden insanın suratını dağıtmak, ağzına yüzüne girmek istiyoruz. Ama hiç bir zaman yapmıyoruz. Ben de, ‘Bunu ben yapayım’ diyorum! Üstelik de bunu kendi vücuduna ilacı zerkeden şaman tandanslı bir öykü üzerinden hareketle yapıyoruz. O iksiri içtiği zamanlarda bastırılmış duyguları açığa çıkıyor, hepimizin bastırdığımız duygular açığa çıkıyor. Yemek yerken canımızı sıkan bir iş olduğunda o masayı terk etmek istiyoruz ama kibarlığımızdan hiç yapmıyoruz. Ya da dolmuşda giderken biri arkadan taciz ediyorsa ona katlanmak zorunda kalıyoruz çoğu zaman. Ama Murat, dolmuştan aşağı atıyor o tacizciyi. O iksirden sonra oluyor bunlar.
Mevzu kurmak değil- Şamanizm ile ilgileniyor musunuz?Aslında insanların kendi içlerinde yeni arayışları olduğuna inanıyorum ve Şamanizm’i de bu durumda hakikaten incelenmesi gereken bir din olarak görüyorum. İnanışlar kirletilmeye başlandı. İnanışların o saflığı ortadan kayboldu.
- Hayatın hep böyle arızalı taraflarında mı olacaksınız? Akşam evine gelen, normal bir aile babası veya komik bir tipi de oynayacak mısınız? Aile işinde de bir komedi de oynamak tabii ki istiyorum. Tecrübelerden yola çıkarak durumları dışarıdan gözleyip eleştiren bir karakter de oynamak istiyorum. Daha yaşımız var ama ona. Biraz daha hayatın içinde olmam gerekiyor.
- Behzat Ç. ve eski dizilerden aldığınız paradan Tatbikat Tiyatrosu çıkmıştı. Yeni dizi ve Egea reklamından ne çıkacak acaba?Mevzu kurmak değil ki mevzu devam ettirmek. Şimdi Tatbikat’ı devam ettirmek, yaşatmak için uğraşacağız. Rahmetli Sakıp Sabancı Levent’teki binaları yaparken, ‘Mevzu binayı yapmak değil, mevzu bunun içinde oynayacağınız oyunları bulmak’ demişti. Biz de orayı devam ettirmek için uğraşacağız. Bu sene 8-9 dalda Afife Jale ödüllerine adayız.
Reklamda kırmızı çizgim: Yerli malı- Size gelen hatırı sayılır meblağlı reklam tekliflerini reddettiğinizi okuyoruz. Kırmızı çizgileriniz ne? Bire beş koyarak yazıyor olabilirler ama reddettiğimiz şeyler var tabii ki. Ama işte bir tarafta da Fiat Egea gibi bir hikaye vardı. Tofaş tarafından Türkiye’de üretiliyor ki ben fabrikasına da gittim, gezdim. Egea nasıl yapılıyor gördüm, bu otomobilin üretiminin büyük bir oranını ihraç ediyoruz. Bu hikaye başladıktan sonra yakalanılan başarı ile fabrikada çalışan sayısı önemli sayıda arttı ve ciddi bir istihdam sağlandı. Şimdi bunu duyduğunu zaman hiçbir rakamın ölçemediği bir keyifle karşılaşıyorsunuz. Konuşuyorlar, “Sosyalist bir adam nasıl reklam yapar”. Al işte abi bu yüzden yapar! Bazen o kadar sığ kafalardayız ki yani, evet biz de para kazanıyoruz, ama eğer buna sebep oluyorsa bu bambaşka bir keyif. Reklamdan sonra arayıp, “Amirimin arabasından istiyoruz” diyorlarmış, yolda gördüklerinde korna çalıyorlar. Kırmızı çizgim ne? Reklamda pazarlamacı gibi davranmak istemiyorum, bir kere bizim yerli malımız olması, bizim tarafımızdan üretilmesi gerekiyor bir şekilde.
13 bölüm garanti- Dizi 60 dakika. Bu, sektörde bir başlangıç olabilir mi? İnşallah bir başlangıç olur. Çünkü 20.00 - 24.00 saat diliminde pastada bir pay var ve bunu da büyük yapım firmaları alıyor. Oysaki birer saatlik işlerimiz olsa 450 kişi ekmek yiyecek. Sanırım Netflix’in bu piyasa üzerinde çok ciddi etkisi olacak. Onlar da bu konuyu yakından takip ediyorlar. Kanal ile görüşürken, 60 dakika olarak devam edecek ve en az 13 bölüm yayınlanacak bir paket üzerinde konuştuk. Türkiye halkı seyretse de seyretmese de biz bu diziyi en az 13 bölüm yapacağız. Tıpkı bir dönem, ‘Diyarbakır’da, bu halk seyretse de, seyretmese de biz o Shakespeare’i oynayacağız’ dediğimiz gibi. Macbeth iki sene, Kısasa Kısas üç yıl oynadı.
Dizi kahramanları reklam arasında hamile kalıyor!
- Bütün Türk dizilerinde Yeşilçam tarzı öpüşme modası var. Yanak değdiriliyor çoğu zaman sadece. Bu trend nereden çıktı, hijyen takıntısı mı!
İçinde bulunduğumuz dönem böyle bir dönem; televizyonlarımızda, halka açık bir ortamda, bu tür şeylerin yapılması kendi içinde ister istemez bir sansüre uğruyor. Öyle olunca, kapı arkasında gözle kaş arasında hamile kalıyor dizi kahramanları da! O arada reklam giriyor zaten, ne oluyorsa reklam arasında oluyor sanırım. O yüzden reklamlar uzun!
Hakkını savunduğun azınlık işsiz kalıyorsa bu yöntem doğru değildir
- Terör nedeniyle hayatın her alanında hayat yavaşlamış durumda. Tiyatronuz Tatbikat’ta doluluk oranları nasıl?
Biz de etkileniyoruz tabii ki. Ama yapacak bir şey yok, bizim mesleğimiz bu. Bizden daha kötü durumda olanlar var, bakın AVM’lere. Oradaki insanlar ne yapacak. Tamam eyvallah, ticarete bir darbe vuralım diyoruz ya, ama yani insanlar buradan ekmek yiyorlar.
Tezgahtar da, oradaki güvenlik görevlisi de, yukarıda hamburgeri servis eden adam da, herkes ekmek yiyor. Cirolar düştükçe orada iş yapanların alacağı tedbir de işten çıkarmalar olacaktır. Bu doğru bir hareket değil ki, şiddet, uzlaşmanın bittiği yerde başlıyor tabii ki ama senin görevin uzlaşmayı sağlamak, şiddeti körüklemek değil. Terörün yöntemi de, terörle başa çıkma yöntemi de değişmeli. Çok ilkel geliyor artık, evet sen belki proteston ile bir azınlığın hakkını savunuyorsun ama hakkını savunduğun azınlığın işten çıkarılmasına sebep oluyorsun. Bu siyaset değil, siyaset en olmazın olabilir hale getirilmesidir.