Songül Hatısaru

Songül Hatısaru

songul.hatisaru@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Gişenin anahtarını kadınlar kaptı

Suzanne Farwell’ın İstanbul’daki konferans harici günü, tüm turistler gibi Kapalıçarşı’yla başlamış. Farwell’a bugünden, kendisini yoğun trafikte taksi yerine tramvaya yönlendiren hatta durağa kadar eşlik eden esnaf, satıcıların pazarlığa, “Size şu kadara olur” diyerek müşteriye kendisini özel hissettirmeleri ve İstanbul’un her biri sinema karesinden çıkmış manzaralarına ilişkin anılar kalmış.

Robert De Niro ile Anne Hathaway’in başrolü paylaştığı ‘Stajyer’ filmi sinemalarda gösterimde. Geçen hafta bir finans toplantısı için Türkiye’ye gelen filmin yapımcısı Suzanne Farwell ile tanışma şansım oldu. Suzanne Farwell, dünyanın geri kalanı gibi erkeğin hikâyesine odaklanan Hollywood’da bu döngüyü kırmaya aday bir yapımcı olarak hızla yükseliyor.

Haberin Devamı

Ayakları yere basan bir kadın. Öyle, “Feministiz, biz yaparız” gibi sert söylemleri olmayan birisi. Yaptığı kadın odaklı filmler dünyada gişe rekorları kırıyor.

Kapsamlı araştırmalar yapıyor. Filmlerine kaynak bulmak için sponsorların kapılarına dayandığında sinemanın neden kadınların ellerinde yükseleceğini araştırma sonuçlarıyla anlatıyor. Bu sayede kadını temel alan dev bütçeli filmlerine dev bütçeler buluyor.


Konferans verdi

Hollywood’un en büyük starları ile çalışan Farwell’in, başrolünde Jack Nicholson, Diane Keaton’ın oynadığı, “Aşkta Her Şey Mümkün”, Meryl Streep, Steve Martin, Alec Baldwin’in oynadığı, ‘İlişki Durumu: Karmaşık’, Jude Law, Cameron Diaz, Kate Winslet’ın başrolü paylaştığı ‘Tatil’ ve şu anda sinemalarda oynayan “The Intern” 200 milyon dolardan fazla hasılat yapmış filmlerinden bazıları.

O aynı zamanda İngiliz edebiyatı üstüne mastır yapmış donanımlı bir kadın. Evli ve iki çocuk annesi, kadın hikâyelerine önem veren ve kadın olmaktan gurur duyan biri.

iyi işler erkeklere gidiyor

Türkiye’ye niye geldiniz?

Dünyada kadınların yaptıkları işlerde daha iyi bir pay almaları ve daha eşit bir şekilde yaşayabilmemiz için Ernst and Young’ın çeşitli konferanslarına katıldım. Şu an üstünde çalıştığım filmimin yatırımcılarından biri Londra’daki Ernst and Young’ın ortağı.

Haberin Devamı

Onun sayesinde kurum ile tanıştım. İstanbul’daki bir kadın konferansında konuşma yapmam için davet ettiler. Konuşmam iş alanlarında cinsiyet eşitliği üstüneydi, özellikle de medya da kadınların nasıl resmedildiği. Film endüstrisinde sahip olduğumuz en büyük problem kadın yönetmen eksikliği.

Amerika’da 2014’te çıkmış ve en çok iş yapmış olan 250 filmin yönetmenin sadece yüzde 7’si kadın, bu yeterli değil. Kadınlar istedikleri filmi yönetme imkânına sahip olmalı ve erkeklerle eşdeğerde görülmeli.

Hollywood’da sıkça görülen bir sorun da büyük film projelerinin tecrübeli kadın yönetmenler yerine yeni çalışmaya başlamış olan erkek yönetmenlere verilmesi.

Kadınlara eşit şans verilmiyor...

Hollywood’da birçok stüdyo müdürü kadın ama yine de erkekler sayı olarak çoğunlukta. Bu sebeple çoğunlukla erkek yönetmenlere yanıt veriyorlar. Genelde erkeğin hikâyesinin etrafında dönen ve daha çok erkeklerin ilgisini çeken hikâyeler çekiliyor, kadınlar dışlanıyor. Kadın içerikli hikâyeleri anlatma fırsatını kaçırıyoruz. Bu dengesizliğe ve cinsiyet ayrımcılığına katkıda bulunmuş oluyor. Sonuçta iki seçenek ortaya çıkıyor, eşitlik için kadınlar yönetmen gömleğini giymeli ve istedikleri filmleri çekebilmeli, kadın konulu olsun ya da olmasın. Bu sayede zaten doğal olarak daha fazla kadın yönetmen, daha çok kadın merkezli hikâye ortaya koyacaktır.

Haberin Devamı

Siz nasıl bir çözüm buldunuz?

Bu konuda bulabildiğim en iyi ve somut çözüm; finansçıları finansal olarak isteklendirmek. Çünkü onlar bir sorunun politik açıdan doğru olup olmadığını veya görüş noktasını umursamayacaklardır, onlar sonuçta işin finansal netice kısmına bakarlar, yani ceplerinden çıkacak olan paraya. Son yaptığım dört filmi New York’ta çektim. Los Angeles’ta yaşıyorum fakat New York’a gitmek zorundayım. Çünkü biz New York’ta film çekmek için yüzde 30 vergi teşviği alıyoruz ama Los Angeles’ta böyle değil. Hatta Avustralya’da vergi teşviki için eşit sayıda erkek ve kadın yönetmeni işe alma zorunluluğu var. Biz Amerika’da neden bunu yapmıyoruz! Bizim de kadın yönetmenlerimiz var.

Yaptığım filmlerin çoğu kadınsal konuları merkeze alan hikayeler içeriyor. Her seferinde 250 milyon dolar civarında gişe yapıyorlar. “The Intern” şu ana kadar 200 milyon dolar gişe yaptı. Bunu sürpriz gibi karşılıyorlar.


‘BAŞARI SÜRPRİZ DEĞİL’

Ama sürpriz değil...

Değil tabii, artık kadınlar gişeye para veriyor. Eskiden genç erkekler gişeleri yönetir durumdalardı, artık öyle değil, artık genç erkekler filmleri telefonlarından, bilgisayarlarından veya ipadlerinden izliyorlar. Şimdilerde kadınlar ve özellikle 30 yaş üstü kadınlar daha çok sinemaya gidiyor. Eğer biz onlara yönelik daha çok film çekersek bu sayede ekonomik bir etki yaratırız.

Ama sektör daha çok erkeklere dönük mantalitede işlediği için kadın olarak doğru temsile sahip olamıyoruz. Tabloya başka bir yönden bakarsak kadınların gişeyi yönettiğini ve daha fazla kadın merkezli filmin gişeye daha büyük bir başarı yaptıracağını, stüdyoların böylece zor durumda kalmayacaklarını, bunu yaparlarsa aksine kazançlarının artacağını göstermeliyiz. Araştırmalar bunu gösteriyor, eğer çeşitlilik olur ise ve kadınlar takım olursa herkes kazanır, ekonomi kazanır, bu sayede cinsiyet eşitsizliği aşılır.


‘Hepimiz hokkabazız’

The Intern de bir kadın filmi...

Filmde Anne’in karakteri zorluklar yaşıyor. Hem aile hem iş hayatını dengede tutmaya çalışıyor. Eğer onu tam tanımıyorsanız önyargılı davranıyor, “Tam patronmuş!” diyorsunuz. Daha yakından tanımaya başlayınca görüyorsunuz ki aslında öyle biri değil, saygı duyulması gereken bir karakter. Bütün çalışan modern kadınların, annelerin hayatı gibi... Anne filmde her şeye yetişiyor. Resmen hokkabazlık yapıyor, bütün kadınlar bunu yapıyor. Bence böyle bir konuya filmde yer vermek çok pozitif bir mesaj ortaya çıkartıyor ve kadın yönetmenler çoğaldıkça bu hikâyelere daha çok yer verildiğini göreceğiz. Filmde Anne bir firmayı yöneten güçlü bir kadın ama elinden şirketini almaya çalışıyorlar. Ama şirketini bırakmıyor. Film çok büyük bir gişe yaptı, insanlar buna karşılık veriyor. Bu sayede cinsiyet ayrımcılığına, taraf tutmaya ve klişelere karşı çıkmış, dünyaya pozitif bir ışık tutmuş oluyoruz.

Filmi yapmak ne kadar zaman aldı?

Nancy Meyers gibi kendini kanıtlamış bir isim yazıp yönetse de filmi yapmak tam 4 yıl sürdü, şaka gibi. Çünkü stüdyoların filmi kabul etmesi gerekiyordu. Eğer filmin yönetmeni bir erkek olsaydı ve hikâye de erkeği temel alsaydı daha kısa zamanda çekilirdi.

Gişenin anahtarını kadınlar kaptı

Jennifer Lawrence’a ‘eşit işe eşit ücret’ teşekkürü

Birkaç hafta önce Jennifer Lawrence oynadığı filmde erkek oyunculardan daha az bir ödeme aldığını açıkladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ona bu konuyu dile getirdiği için çok minnettarım, çok iyi bir şey yaptı. Sony Pictures’tan gelen e-maillerden bu haberi öğrendi ve bu konuda konuştu, bu çok önemli. Kadınlar ve erkekler eşit miktarda ödeme almalı, sadece oyuncular için değil her işte böyle olmalı.
Amerika’da dahi durum bu ise kadınlar olarak ne yapmalıyız?
Bence biz kadınlar daha iyi pazarlıkçı olmalıyız. İlk defa bağımsız bir film üstünde çalışıyorum ve bu filmde şunu öğrendim ki ben nasıl para isteneceğini, girişim sermayesinin nasıl bulunacağını bilmezmişim. Bu film sayesinde doğru isteniş biçimini öğrendim. Para istemenin çok rahatsız edici bir şey olduğunu düşünürdüm ama artık isterken o kadar rahatsız olmuyorum. Bence kadınların bunu öğrenmesi ve bu konuya daha stressiz ve rahat yaklaşmaları gerekiyor, aynen erkekler gibi. Daha küçük yaşta bu kadınlara öğretilmeye başlanmalı.
Gişenin anahtarını kadınlar kaptı
Yeni filminde başrol Bel Powley’ın
Yeni projenizin konusu nedir?
Filmin adı Carrie Pilby. Bir gençlik romanı uyarlaması. 18 yaşında bir genç kız
Harvard’dan mezun oluyor ve New York’ta hayata adapte olmakta zorluk çekiyor.
Aslında daha çok genç kızın psikoloğunun hikayesi. Bu psikolog Carrie’ye hayata adapte olabilmesi için yapması gerekenlerin bir listesini veriyor. İngiliz aktris Bel Powley başrolde.