Songül Hatısaru

Songül Hatısaru

songul.hatisaru@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Oyuncu Selim Bayraktar, “Suriyeli, Kerküklü, Kürt, Türk, Arap bütün çocukların tek isteği var. Yabancılaştırılmamak. Yabancı olmasının, nereli olduğunun ne önemi var? Kimin nereli, hangi ırktan olduğunu önemsemediğimiz gün kurtulur, özgürleşiriz” diyor

Küçücük elleri ve ayaklarıyla tanımadıkları bir şehrin sokaklarında hayata tutunmaya, dik durmaya çalışan mülteci çocukları belki hepimizden çok o anlıyor, Selim Bayraktar. Çünkü bir zamanlar o da bir mülteci çocuktu

Bazı hayatlar vardır ki istikametleri bir anda değişir. “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki yüz mimikleri, kusursuz oyunculuğu ile Sümbül Ağa rolünde tanıdığımız Selim Bayraktar gibi... Kerkük’te doğuyor. Silah kullanmayı sevmiyor, ailesi o asker olmasın diye Kerkük’ten kaçıyor.

Haberin Devamı

Bir sürü şey birbirine eklemleniyor ve Selim Bayraktar, Türkiye’de kendisinden müthiş bir oyuncu çıkarıyor. Oyunculuğu Şener Şen ile karşılaştırılıyor. Bence kaderi de benzeyecek! Müthiş oyunculuğuna karşın Şener Şen’e başrol teklifleri, ancak 50’li yaşlarına doğru gelmeye başlamıştı. Çok da umurunda değil. Zaten tiyatroda başroller onda.

Ben kimim o halde?

Bayraktar, özellikle Othello oyunundaki performansı ile tiyatro izleyicisinin yakından tanıdığı bir isim. Son 2 yıldır Antalya Devlet Tiyatrosu’nda Vahşi Batı oyununda oynuyor. Oyuncu eşi Bihter Hanım’la Antalya’da yaşıyor. Cemal Hünal ve Leyla Göksün ile oynadığı ‘Kırmızı’ filmi geçen hafta vizyona girdi. Müthiş bir yaşam öyküsü var. Kan testi yapılacaksa herkesten daha Türk, Türkmen bir aileden geliyor çünkü. Türkiye’de öteden beri var olan ayrıştırıcı dilden çok rahatsız.

“Irak’tan geldiğim için birileri bana Kürt, birileri Arap diyor. Diyarbakır’da Türk, İstanbul’da Kürt, Antalya’da Arap diyorlar, ben kimim o halde!” diye soruyor. Türkiye’de ayrıştırmanın nerelisin sorusuyla başladığına inanıyor.

Öyküsü, her zaman olduğu gibi bugün de karışık olan Ortadoğu’yu, o toprakların insanlarını anlamamıza ışık tutan Bayraktar’la Martı İstanbul Hotel’de buluşup, hem mültecilik hallerini hem de sanat projelerini konuştuk.

Haberin Devamı

Bir alimin torunu

n Sanatınızla gündeme gelmek istediğinizi biliyorum. Ancak biraz araştırdım ve yaşam öykünüzün çok etkileyici olduğunu gördüm. Anlatın biraz lütfen...

Kerkük’te doğdum, 12 yaşına kadar da orada yaşadım. Babam 1928’de, Kerkük’te doğmuş. O dönemde Kerkük ayrı bir ülke toprağı değil. Babam ilkokulu Köyceğiz’de okuyor. Fakat 1920’de Kerkük’te petrol bulununca o bölgede dengeler değişiyor. Lozan Anlaşması ile Kerkük kiraya veriliyor. Dedem Molla Tahir Müderris yıldızların birbirine olan uzaklığını ölçen bir gökbilimci ve fıkıh alimi. 2. Dünya savaşıyla beraber Mareşal Fevzi Çakmak’ın isteği ile ana vatana davet mektubu alıyor. Ancak sömürgeci İngiliz subayları mektuptan haberdar olunca dedemi sürgüne gönderiyorlar.

Babam o vakit 7 yaşında. Dedemin sürgünde öldüğü haberi geliyor. Babam annesi ve kızkardeşi ile Köyceğiz’den tekrar Kerkük’e dönüyorlar. Amcalarım kalıyor. Büyük amcam köy enstitüsünde öğretmenliğe, diğer amcam ise Kara Harp Okulu’nda topçu albaylık rütbesine yükseliyorlar. Babam ve annem Kerkük’te tanışıp evleniyor.

Haberin Devamı

Kerkük’ün laneti petrol

n Saddam’la hiç karşılaştınız mı?

Hayır. Kerkük’te 13 - 14 yaşına geldiğinizde askere alırlar. İlkokul 6 yıldır orada. Her perşembe bir subay elinde kalaşnikof ile gelirdi. 6. sınıflardan bir erkek çocuğun eline silahı tutturup, Saddam’ın anısına 3 el ateş ettirirlerdi. Bazı öğrenciler dua ederdi, 6. sınıfa gelelim de biz de silah sıkalım diye. Çok tedirgin olurdum silah sesinden. Şu anda dahi bir çocuk yanımda balon şişirse, patlayacak diye tedirgin olurum.

n Peki siz de ateş ettiniz mi?

Bir elimle kulağımı kapatarak sıkıyordum. Asker elime vuruyordu, sen ne biçim sıkıyorsun diye. Beni de Saddam’ın muhafız alayına yazdılar. Azınlıklara karşı çok kötü davranmaya başlamışlardı. Kerkük’ten kaçtık. Kalan yeğenlerim çok zor günler geçirdi.

Dayım Kerkük’te, bakkala ekmek almaya karısı ile vedalaşıp öyle gidiyordu. Musul, Erbil’de bir şey yok ama Kerkük çok sıkıntılı, günde bin kişi ölüyor. Çünkü petrol var. İran - Irak savaşında teyzemin kızı, kuzenimin eşi, çocuklarının gözü önünde şarapnel parçasından öldüler. Savaş beni etkilemedi diyen insan dahi kanserli, dört bacaklı çocuk doğuruyor. Kimyasal silah kullanıldı. Kalan halkın yüzde 80’sini hasta ve kanser.

Evlerde demirbaş bazuka

n Kaç günde vardınız Türkiye’ye?

İki gün iki gecede. Peşmerge grubu getirdi bizi. Üç ablam, kardeşim Salih, halam, annem, babam. Annem ve halam hiç ata binmemişti, düşmemeleri için onları katıra bağladılar. Sabah şafakta çıktık, füzeler geçiyordu başımızdan.

Mağaralarda helikopterlerin gitmesini bekliyorduk. Sonra tekrar katırlara bindiriyorlardı. 1987’de geldik, amcamın evi mülteci kampı gibiydi, biz de ona sığındık. 20 kişi yaşadık aynı evde.

n Yıllar sonra yine dram yaşanıyor bölgede. Şimdi de IŞİD belası. Kerkük’teki akrabalarından yanınıza sığınanlar var mı?

Üç hafta önce dayımlar geldi. Dayım IŞİD ile karşı karşıya kalıyor, çatışmaya giriyor. Tabii orada evlerde öyle bildiğiniz tabanca yok, bazukalar var, bazı evlerde uçaksavarlar bile var.

Ya malın ya canın kuralı

n Bir sabah ülkeni terk ediyorsun. Malınız, mülkünüz ne oldu?

Irak’ta Türkmen veya Kürt isen evini ancak bir Araba satabilirsin. Sattığında da sebebini araştırıyorlar. Biz Türkmeniz. Babam, evimizi Arap komşusuna sattı. Ablam Bağdat’ta tıbbı kazanmıştı. Babam, ‘Bağdat’ta ev alacağız, oraya yerleşeceğiz’ dedi, öyle kurtardık paçayı.

Ama bizden sonrakiler öyle evlerini satamadılar, bırakıp geldiler. Babam geldiğinde 62 yaşındaydı. Kimse iş vermiyordu, ki petrol uzmanı, Yumurtalık petrol boru hattını döşemiş bir adam. Dil kurslarında Arapça, İngilizce ders verdi. Bu şekilde ablamı okuttu, sonra ablam bizi okuttu. 3 kız, 2 erkek olmak üzere 5 kardeşiz.

YABANCILAŞTIRILMAK KÖTÜ

n Ahmet Kaya, “Gençliğimi kimse bilmez/Sakallarımda çocuk kokusu/…/Geceden mülteci kederim” diyor bir şarkısında. Sizce bir mültecinin en büyük sorunu nedir?

Yabancılaştırılmak, ötekileştirilmek. Suriyeli çocuklara içim acıyor demek hafif kalıyor, kelime bulamıyorum. Ki düşünün bizim durumumuz daha farklıydı. Ama aksanın farklı olduğu için, Kerkük’te doğduğun için dahi ne sorunlar yaşıyorsun. Bir insanı yıkan tek bir şey, sana yabancı gözle bakmaları. Şimdi bu ülkede, kimi bana ‘sen Arapsın’ diyor, niye, çünkü Irak’ta doğdum. Kimi, ‘sen gerçek Türksün’, kimi de ‘sende Kürtlük mü var?’ diyor.

Irak’a gidiyorum orada da bana, ‘sen Türksün’ diyorlar. Ben kimim o zaman? Acı olan bu aslında. Yani illaki dışlanıyorsun. Ben buranın vatandaşıyım ve Türksem eğer ben senden daha Türküm, Kürtsem eğer senden daha Kürtüm. Çünkü ben 52 uygarlığın torunu olarak geldim buraya. Suriyeli çocuğa sen Arapsın dediğiniz anda çok mutsuz olacaktır inanın. Ben çocukken bunu yaşadım.

‘Nerelisin’ kötü niyetli

n Arap diye mi sesleniyorlardı?

Fellah diyorlardı bana. Bir gün hocamız, ‘soruyu kim cevaplayacak’ diyor. Elim havada. Hocam, ‘Selim söyle bakalım’ dediğinde, elim kaldı böyle havada. Söyleyecek bir şeyim yoktu.

Yıllar sonra çözdüm niye sürekli parmak kaldırdığımı. ‘Ben de varım bu hayatta’ demek istiyordum aslında. Türkçe konuşuyorsun ama lehçen farklı, konuşulanları anlamıyorsun.

Hocalarıma hep benimle yavaş konuşun lütfen diyordum. Ancak öyle anlayabiliyordum. Bugün İstiklal’de yürürken Suriyeli bir çocuk tramvaya tutunmuş koşuyor. Nasıl korktum düşecek kafasını vuracak diye. Suriyeli, Kerküklü, Kürt, Türk, Arap bütün çocukların tek isteği oyun oynamak. Yabancı olmasının, nereli olduğunun ne önemi var?

n Sevmez misiniz nerelisin sorusunu?

Hiç sevmem. Nerede doğdun derse tamam ama nerelisin dediği anda inanın psikolojisinde ayrıştırma enerjisi vardır. Hayır arkadaşım bu topraklarda doğdum, Türkiyeliyim, bitti o kadar!

Neye göre Türksün, Türkmen ifadesi ne o zaman. Benim çekik gözlü, düz saçlı, 1.60 boyunda olmam gerekir, hadi bakalım kim bu kriterlere uyuyor. Kimin nereli, hangi ırktan olduğunu önemsemediğimiz gün kurtulur, özgürleşiriz.

Çocukları ötekileştirmeyin

Selim Bayraktar, ‘Geleceğe ışık tut’ projesiyle yurdun dört bir yanındaki çocuklara kıyafet ve okul malzemeleri sağlamak için çalışan bir topluluğun içinde. Bu röportaj vesilesiyle ünlülere seslendi: “Gelin, objektife gülümseyin, sizin gülüşleriniz çocukların yüreklerinde güller açtırsın!”

‘Sümbül Ağa’yı Fransız jestleri Arap bacı ve kadıdan çıkardım’
n Oyuncu olarak Ortadoğululuk yapıştı üzerinize kaldı sanki. Başka rol oynayamazmışsınız gibi.
Vahşi Batı oyununda, bir Amerikalıyı oynuyorum mesela. Sinema filmlerinde, tiyatroda kast ettiğiniz roller geliyor. Ama sorunuz doğru. Çünkü tek tip şeylere alıştık. Oyuncunun çeşitliliğine bakmıyorlar. Oysa ben kötü bir babayı da, iyi bir babayı da, bir gayi de, bir kadını da çok iyi oynayabilirim.
Tiyatrodan geliyorum. Böyle bir şansım var ve bütün bu duyguları, oynadığım oyunlarda deneyimledim. Tiyatroda bugüne kadar 38 oyun oynamışım, düşünün. Eğer tiyatro yapmasaydım Sümbül Ağa karakterini bu kadar iyi oynayamazdım. Gulyabani oyununda Arap bacıyı oynadım. Asalak diye bir oyunda Fransız dönemi jestleri, mimikleri öğrendim. Yedi Kocalı Hürmüz’de kadıyı oynamıştım. O jestleri, Arap bacıyı, kadıyı alıp yerleştirdim Sümbül Ağa rolüne. Böylece kompakt bir karakter çıktı ortaya.
‘Sultan’ın filminde pavyon işletecek
Bayraktar, vizyona yeni giren “Kırmızı” filminin galası için hafta sonu Bakü’deydi. Yeni bir haber de vermiş olayım. Türkan Şoray bu ay sonunda çekilecek, “Eski köye yeni adet” filminin yönetmenliğini yapacak. Selim Bayraktar bu filmde de bir pavyon sahibini oynayacak.
Türkan Hanım’la çalışacağı için heyecanını gizleyemiyor. Bayraktar, çok renkli birisi. Devlet tiyatrosu için kadro beklerken boş durmamış Paris Sirki’ne katılmış. Dünyayı gezmiş, palyaçoluk, sihirbazlık yapmış. Kaşığı eritiyor, mendil uçuruyor, ateş oyunları yapıyor. Evinde 100 yıllık bir sandığı var. Onun içinde ne illüzyonlar, ne gözbağcılıkları var. Çok iyi perküsyon çalıyor, koleksiyonnu var. Can Atilla’nın ‘Cariyeler ve Geceler’ albümünde birçok enstrümanı o icra etti. Antalya’yı en çok uçurtma sörfü yapabildiği için seviyor.
Günde birkaç kez amuda kalkarak dengesini geliştiriyor. “Bisiklete binip dağlara çıkıyorum. İstanbul’a yerleşmek istemiyorum. Antalya benim kurtuluşum” diyor.
‘Başrolü sırtlarım ama yönetmenler fındık burun arıyor’
n Şener Şen muhteşem bir oyuncu. Ama 50’sine doğru başrol teklifleri gelmiş kendisine. Siz de çok iyi bir oyuncusunuz. Başrol için daha ne kadar beklersiniz?
Beklemiyorum ki. Başrol gelirse onu sırtlarız da, bu gücüm var onu biliyorum. Sahne üstündeki durumlara baktığınızda ikinci rolde olan arkadaş o kadar iyi oynar ki, başrolü öyle bir tamponlar ki başrolü alır götürür. Fakat ikinci rolü oynayan arkadaş, ‘hep başrol oynamak istiyorum’ der.
Başrole yükselir ve ikinci rolü iyi bir şekilde oynayacak adam kalmaz. Böyle bir sorunu var sektörün. Kimseye yaptığı işi iyi yapmak yetmez. Ancak öte yandan yönetmenlerin de başrolü, şu yakışıklı çocuk oynar sevdasından vazgeçmesi lazım. Ne bileyim biraz daha fındık burunlu, boyum da 1.85 olsaydı, belki bana da çok rahatlıkla şu ana kadar gelmiş olurdu başrol teklifi.
Çok arkadaşım var böyle biliyorum. Oyunculuk yapmamış ama sırf fiziğinden dolayı şu an oyunculuk yapan insanlar var. Bu kafa yapısının değişmesi lazım. Eskiden parası olan insanlar yapımcılık yapardı. Şimdi artık zekası olan insanlar yapımcılık yapsın bence. Zaten sistem de bunu zorlayacak.