En son konuştuğumuzda diye başlar cümle.
O en son konuştuğunda işte bilemezsin ki. “Maçları izliyordum bu salgın girdi, ben de bir müzik istasyonu buldum onu dinliyorum. Ama çok şarkı çalıyor” demişti. O en son konuşmada. Kaldığı huzurevindeki yatağını değiştirmek istemiştik eşimle. Bir süpriz yapacaktık. Olmadı, yetişmedi. Dedim ya en son konuştuğumuzda...
Milliyet’in yeri özeldi
Ziyaretlerimde çok şey anlatmıştı. Aslında her biri en son konuşmalardı. Hayatında hep disiplinli yaşadı. Disiplinli ama maceracı. Tarihin yolculuğunda bir çılgınlıktı. Roma’ dan Karaçi’ ye araba ile gitmişti 60’lı yıllarda. Basın Ataşesi olarak özellikle istemişti Roma’ dan sonra. İslam dünyası ile ilgili en iyi arşiv oradaydı diye anlatırdı. Gazetecilik serüveni içinde Milliyet özel bir yere sahipti. Abdi İpekçi zamanı gazetenin Almanya bürosunu kurdu.
Daktilonun tıkırtısı
Hep çekinirdim. Sert mizaçlıydı. Ya da öyle gelirdi. Yıllar sonra geriye baktığımda sevginin de yeni bir tarifini verdiğini gördüm. Uzakta oldum ama o hep yakınımdaymış. Diyorum çünkü en zor hayat zamanlarında baktığımda, onun yanındaydım. Şimdi bana bıraktığı plaklara baktım. Tchaykovski’yi çok seviyormuş. Hatırladım Ankara’ daki odasında pikapta çalardı, sabaha uzanan daktilo sesinin tıkırtısına eşlik ederdi.
Çok yaşanmış...
Hayatını kayıt altına aldı hep, sadece tarihin akışındakileri yazmadı. Duygu dünyasını pek bilmezdim. Çünkü bir set örerdi hep. Konuşmazdı. Bir de hastalık lafını hiç sevmezdi. Ne anlatılmasını ne de anlatmanızı. Kaldığı vakfın bahçesindeki arabası ile son zamanlarında uzun yolculuklara çıkmıştı. 90’ına girerken 90’ıncı kitabını yazmıştı. “Tamam, bu kadar, en son kitabım” demişti. Nasıl denir en son; uğraş içinde bazen yalnız, çok üreten, çok yaşanmış bir hayattı Orhan Eşref Koloğlu, amcam.