Bir kaç kez kendini değersizleştirdin mi sonra daha acımasız olursun kendine ve artık daha sık yaparsın bunu.
Bir diyeti bozup artık acımasızca yemek gibi..
Bu başkaları içinde geçerlidir.
Senin yaralı, özgüvensiz, pasif ya da sömürüldüğünü görenler, daha rahat şekilde bunu yapmaya başlarlar. Zaten buna açık ve alışıksın diye.
Tıpkı soyguna uğramış,camları kırılmış başı boş bir aracın, yanındaki sağlam araca nazaran daha fazla saldırıya uğraması gibi.
Kırık cam teorisi deniliyor da buna.
İlişkilerde bile stok yapıyoruz.
İlerde bir gün birine işin düşer diye,
Onu hayatında tutmak için emek vereceğine,
Ona işin düşmeyecek şekilde kendini güçlendirmeye emek ver.
Kendini yetersiz hissettiğin için gereksiz insanları hayatında tutuyorsun.
Başarı da başarısızlık da
Mutluluk da mutsuzluk da bir kader değildir.
Neyin tesadüf olduğu değil, hangi tesadüfü fırsata çevirdiğin önemlidir bu hayatta. Tesadüfler, senin attığın adım ile tercihe dönüşür. İnsanı tesadüf yönetmez. İnsanı, tercihleri yönetir .biriyle tesadüfen aynı ortamda olabilir, aynı yerden geçebilir aynı masada oturabilirsin. Ama etkileşime geçmek, tepkiye cevap vermek ve sürdürmek artık iradenin devreye girmesi ile tercihe dönüşmüştür.
Peki tesadüfler, şanslar ve ya fırsatlar eşit mi?
Elbette değil. Fırsat eşitliği dünyanın hiçbir yerinde yok. Lakin kişisel girişimimiz ile dezavantajlı durumumuzdan kurtulmamız mümkün.
Mesela çözüm ortakları bulmak, iş bulmak, hatta eş bulmak bile yaşamın bize sunduğu fırsatlardan daha fazlasını ister bizden. İşte bu noktada açılmak, girişken olmak, sosyal yönümüzü aktive etmek, daha çok etkileşim içinde olmak; fırsat ve tesadüflerle karşılaşmamızı arttırır. O fırsat ve tesadüflerle karşılaştığımızdaki irademiz ise tercihlerimizdir. Ama doğru ama yanlış.
Mutsuzluk da başarısızlık da kader değildir. Ve kimse bu sonuçları tesadüfen yaşayamaz. Yaşamsal sorumluluktan kaçmak, kişinin kaderciliğe ( pasif olan
* Partnerinin güzelliğinden/yakışıklılığından dolayı kopamıyorsan, kendi görüntüne yeterince güvenmiyorsun,
* Partnerinin ekonomik gücünden dolayı kopamıyorsan, ekonomik gücüne güvenmiyorsun,
* Partnerinin yanında olmasından kopamıyorsan, kendine yetememekten korkuyorsun,
* Partnerinin ilgisinden kopamıyorsan, daha fazla sevilecek olmak konusunda kendine güvenmiyorsun,
Aslında bu farklılığın nedeni biraz da cinsiyet ve ilişkilerden beklentiler ile alakalıdır. Mesela kadın bir ilişkide bitene kadar acı çeker.
İlişkinin kurtulması için elinden geleni yapar. Acı çeker, cabalar yırtınır.
Eğer bunca çabaya rağmen sonuç¸ alamazsa “bitti” der ve bitirir. Kadın sonuca kadar acı çeker. Sonrası sadece yol haritasını çizmektir.
Erkekte ise biraz daha farklıdır. Bitişe kadar işin ciddiyetine varamaz. Hep kadının büyüttüğünü düşünür. “Bakarız! Hallederiz!” ile çözmeye çalışır. Ta ki kadının “Bit- ti!” sözünü¨ duyana kadar. O andan itibaren çabalamaya baslar ama iş işten geçmiştir. İşte, erkek için acı ve taziye yeni başlamıştır. Bu nedenle “kadın süreçte, erkek sonuçta üzülür” deriz.
Bazen süreç içindeki acılar, üzüntüler, çabalar, yas sürecine hizmet eder. Yani bitiş ayrılmakla değil, kurtarmaya çalışırken de başlamış olabilir. O süreçteki yapılanlar sadece sürdürmeye değil, bitirmeye de hizmet eder. Karşılık görürse sürdürmeye, görmezse bitirmeye hizmet eder.
Kadının duygusal yapısı, yaşanılanlara yüklenen yüksek anlamlar nedeniyle daha derin hissetmeye neden olur. Bu süreçte erkeğin yapması gereken ilk şey, “kadını anladığını”
Çok iddialı değil mi? ama gerçek..
Hayatımız boyunca inişler,çıkışlar, ayrılıklar, kavgalar, iflaslar,haksızlıklar vb. gibi bir çok şey yaşarız. Bunları yaşadığımız anlar, bizim için en ağır ve en duygu yüklü anlardır. Çok ilginç zamanla ise etkileri ve hayatımızda kapladıkları yerler değişmeye başlar. Oysa bir sorun büyükse hep büyük, küçükse hep küçüktür. Duruma ve yere göre gerçeklik değişmez. Fakat yaşantılarımızı, mekansal ve zamansal olarak farklı algılar ve yorumlarız. Mesela, bir boşanma olayı yaşadık. O süreçte bu çok ağır gelebilir.Büyük bir başarısızlık, terk edilmişlik, çaresiz kalma, dışlanma gibi algılanabilir. Zaman geçtikçe ise, aksine aslında bir kurtuluş, kendin olabilmenin ilk adımı olduğu da ortaya çıkabilir. Peki bu farklılık neden ortaya çıkıyor?
Farklılığın temeli, olaylara atfettiğimiz anlamlar ve yorumlardır. Az önce örnek verdiğim boşanma olayında olduğu gibi, bunu felaketleştirebiliriz de olması gereken bir olay olarak görebiliriz de. Tıpkı ölümler ve kayıplar gibi. Mesela her insan, öleceğini bilerek yaşar. Hatta öleceğini bilerek yaşayan tek canlıdır insanoğlu. Ama bir yakınımızı kaybettiğimizde dayanılmaz acılar yaşar, hayatımızın
Doğumdan itibaren eşit büyüteceksin.
Çocuğun pipisini millete göstertip, varlık nedenini style="caret-color: rgb(33, 33, 33); color: rgb(33, 33, 33); font-family: wf_segoe-ui_normal, ">Bebeklikten itibaren, erkek olmasının, kadın olandan üstün olmadığını, sadece farklı olduğunu kavratacaksın.
Mesela oğlunla kızın beraber okuldan geldiklerinde “kalk abine yemek hazırla” demeyeceksin.
Erkeği, kızın namus bekçisi olarak yetiştirmeyeceksin.
Sessizdi, her istediğime evet diyordu.
Çevresi yoktu.
Tek merkezinde ben vardım. İlgi ve sevginin merkezinde olmak,en büyük zaafım olduğu içindir ki bu durum çok hoşuma gitmişti.
Evlendik.
Şimdi; evden çıkmayan,her istediğime evet diyen, kendi iradesiyle bir şey yapmayan, asosyal, ailesine ve çevreye dil duramayan eşe artık tahammül edemiyorum.
Evet o gün o sessizlik, boyun eğicilik ve yönetilmeye müsaitliği beni çekti, belki de aşık etti. Ama bugün hiç bir şey paylaşamadığımız için bana ağır geliyor.