“Türk adaletine güvenim tam.” Bizde mahkemeye düşenlerin standart lafıdır bu. Ancak bunun bir tespitten çok bir temenniyi yansıttığı ortada. Zira ülkede adalete güven ne yazık, bir hayli eksik.
Hrant Dink ve Sivas davalarından çıkan sonuçların kamu vicdanını nasıl yaraladığı zaten ortada. Türkiye açısından çok önemli olması gereken Ergenekon ve Balyoz gibi davalardaki keyfilikler de ortada.
Latin düşünürlerinden Publilius Syrus ta M.Ö. birinci yüzyılda “Iudex damnatur ubi nocens absolvitur” demiş. Yani, “Suçluyu salan hakim kendisini mahkum eder.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bugüne kadar çıkan kararlar ve şu anda görülen veya görülmeyi bekleyen 3500 dosya düşünüldüğünde, “Türkiye’nin kendisini nasıl mahkum ettirdiği ortada.
Reforma gerek duymazdı
Zaten “Türk adaletine güven tam olsaydı,” hükümet vatandaşı AİHM’e yönelten yasal çarpıklıkları gidermeyi amaçlayan 4’üncü yargı reform paketine gerek duymazdı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, bu paketin Türkiye açısından AİHM’deki olumsuz görüntüyü ortadan kaldırmayı amaçladığını belirtiyor.
Ergin bu çerçevede, vatandaşlarımızın 23 Eylül 2012’den itibaren AİHM’e gitmeden önce Anayasa Mahkemesi’ne “bireysel başvuruda” bulunup haklarını arayabileceklerini hatırlatıyor. Strasbourg’daki mahkemenin de olumlu baktığı bu yöntemi hafta içinde onaylaması bekleniyor.
AİHM’e gitme gereği kalmadan adaleti Türkiye’de bulabilmek elbette ki bu ülkede herkesin doğal temennisidir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun açılıyor olması azımsanamayacak çok önemli bir gelişmedir.
Burada Türkiye’nin geleneksel olarak “sınırlayıcı” olan yaklaşımı yerine, Avrupa’nın “özgürlükçü” hukuk anlayışının temel alınacak olması bu gelişmenin önemi daha da arttırıyor. Sonuçta Anayasa Mahkemesi’ne başvuranlar adaleti, Türkiye’nin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Antlaşması çerçevesinde arayacaklar.
Bütün bunlar kağıt üzerinde çok güzel görünüyor. Umudumuz da bu sistemin öngörüldüğü şekilde yürümesidir. Ancak, “Burası Türkiye. Anayasa Mahkemesi de işi bir şekilde yokuşa sürme yolunu bulur” diyenler var.
Ülkede adalete olan güvensizlik ortamında bu tür düşünceleri yadırgamamak lazım. Sonuçta, toplum olarak bir dizi siyasi ve sosyal fay hattı ekseninde ciddi şekilde bölünmüş bir ülkeyiz. Bu nedenle, “güvenilir” olabilmesi için, Anayasa Mahkemesinin tüm ideolojik eğilimlerin üstüne çıkması gerekecektir.
Zaman gösterecek
Başka bir deyişle Mahkeme, Türk, Kürt, Alevi, Çerkez, Ermeni, Rum, kadın, erkek, heteroseksüel, eşcinsel demeden Türkiye’nin aleyhine AİHM’den bugüne kadar çıkmış olan türden nesnel kararlar almak zorunda kalacaktır. Bunu yayıp yapamadığını zaman gösterecek elbette. Bu arada AİHM de, “nihai başvuru mercii” olarak, mağdur olup da ülke içinde adaleti bulamayanlar için kapılarını açık tutmaya devam edecek.
Ancak, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolu arzulanan sonuçları vermez ve Türk yargı sisteminin bu en yüksek kademsi bile kendisini, adeta “güdüsel” bir hal almış olan yaklaşımlardan sıyıramazsa, adaletin tecellisi daha da geciktirilmiş olacak.
Nedeni ise malum: İnsanlar AİHM’e gitmeden önce bu mahkemeden çıkacak kararı beklemek zorunda kalacak. Temennimiz Anayasa Mahkemesi’nin, taraf olduğumuz Avrupa hukukunun lafzına ve ruhuna uygun davranması ve 23 Eylül’den sona devreye girecek yeni sistemin AİHM’e olan ihtiyacı asgariye indirmesidir.
Kafaları değiştirmek
Fakat ülkemizde geçmişte yaşanan ve hala yaşanmakta olduğumuz yasal garipliklerle bunların neden olduğu mağduriyetler, insanı bu açıdan yine de ihtiyatlı olmaya sevk ediyor. Onun için bazılarının, “4’üncü yargı paketiyle AİHM’deki mahkumiyetler sona erecek” başlıklarıyla yansıttıkları iyimserliği sorgusuz sualsiz kabul edemiyoruz.
Bunun olması için sadece yargı reformu yetmiyor.
Yasamadaki kemikleşmiş kafa yapılarını da değiştirmek gerekiyor. Bu ise ülkemizde hiç de kolay bir iş değil.