Güvenlik Konseyi’nin, sivilleri korumak amacıyla Kaddafi rejimine karşı her türlü tedbirin alınmasını öngören tasarıyı ağırlıklı bir oy çokluğu ile kabul etmesi açıkçası bizi şaşırttı. Zira Rusya ve Çin’in beyan ettikleri kaygılar nedeniyle bunun bu kadar kolay çıkacağını tahmin etmiyorduk.
Ancak Konsey’in daimi üyesi olan bu iki ülke, Brezilya Hindistan ve Almanya ile birlikte çekimser kalınca, tasarı 10 Konsey üyesinin oyları ile kabul edildi. Hiç bir daimi üye veto hakkını kullanmazken, 10 geçici üyeden hiç biri, Fransa, İngiltere ve Lübnan tarafından sunulan tasarı aleyhinde pozisyon almadı.
Kaddafi güçlerine karşı müdahale konusundaki katı söylemi düşünüldüğünde, bu gelişme AKP iktidarı açısından ciddi bir diplomatik olumsuzluktur. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, hatta Ürdün gibi Arap ülkelerinin Kaddafi’ye karşı olası bir askeri operasyona katılmalarının beklenmesi ise Ankara açısından işi daha da karmaşık hale getiriyor.
Türkiye’de nedense üzerinde hiç durulmadı, ama Güvenlik Konseyi’nden bu sonucun çıkmasını sağlayan temel gelişme, Arap Birliği’nin geçen cumartesi günü Libya üzerinde uçuş yasağının ilan edilmesini isteyen kararıydı. Batı’nın da beklediği buydu, zira bir Müslüman Arap ülkesine müdahale edileceği için Arap ülkelerinin de onayını istiyordu.
Kısacası, Ankara’nın yakın ilişkiler geliştirmekte olduğu bölge ülkeleri Libya konusunda AKP iktidarının beklemediği bir pozisyon aldılar. Suudi Arabistan’ın başkanlığını yaptığı bir askeri gücün Bahreyn’e müdahale etmesinin de Ankara’yı hazırlıksız yakalamasından sonra, hükümetin “Büyük Ortadoğu Projesi”nde bazı ayarlar gerekeceği anlaşılıyor.
Ancak Ankara’nın Libya sıkıntısı daha bitmiş değil. Sıra şimdi Güvenlik Konseyi kararının nasıl uygulanacağı sorusuna geldi. NATO’nun işin içinde olup olmayacağı ise henüz net değil. ABD, Fransa ve İngiltere’nin, bazı Arap ülkelerinin de katılımıyla, gereken müdahaleyi tek başlarına yapabileceklerine dair görüşler var.
Öte yandan NATO olanaklarının her halükarda kullanılması gerekeceğini belirtenler çoğunlukta. Hal gerçekten böyle ise, bunun için bütün NATO üyelerinin onayı gerekiyor. Bu durumda Ankara’nın veto hakkını kullanıp kullanmayacağı merak konusu olmaya devam ediyor. Son yazımızda şunu sormuştuk:
“AKP iktidarı, bu hakkını kullanırsa, son Libya yaptırımlarında olduğu gibi, tekrar yalnız kalacağını; kullanmazsa o zaman şimdiki Libya söylemi ışığında kamuoyu önünde çelişkiye düşeceğini görüyor mu?”
Başbakan Erdoğan’ın Libya’ya bir NATO müdahalesi aleyhinde kendisini bağlayan sert sözler sarf etmiş olması Türkiye’nin işini daha da zorlaştırdı. Geçen yılki İran yaptırımları oylamasında olduğu gibi, AKP iktidarının kamuoyu nezdinde tutarlı olması için, konunun NATO’ya gelmesi halinde aslında veto hakkını kullanması gerekiyor.
Buna rağmen Ankara’nın vetosunu kullanması beklenmiyor.
Fakat şurası artık kesin: Kaddafi’nin “uluslararası parya” statüsü Güvenlik Konseyi kararından sonra iyice tescillenmiş oldu. Bu saatten sonra hala bu rejime oynamanın bir anlamı kalmadı.
Ancak Erdoğan’ın Libya konusunda Batı’ya dönük sert ifadeleri sonrasında, Türkiye uluslararası kamuoyunda “Kaddafi yanlısı” sınıfına sokuldu. Bu ise, bırakın Batı’yı bölgede bile tepkiyle karşılanıyor.
Birleşik Arap Emirliklerinde çıkan “Beyan” gazetesi yazarı Muhammed Bin Hüveydin’in, 16 Mart tarihli Radikal gazetesinde tercümesi yayınlanan makalesinin şu cümlesi bile bunu ortaya koyuyor.
“Libya halkının çığlığı, Filistinlilerinki gibi Erdoğan’ı harekete geçirmedi. Erdoğan’ın nazarında tek suç, Gazze halkına karşı işlenenler. Onların dışındakilere işlenenlerse, Erdoğan’ı etkilemeyen, hatta birkaç ay önce aldığı Kaddafi İnsan Hakları Ödülü’nü iade etmeyi düşündürmeyecek derecede başka işler.”
Bu görüş İsrail’den veya ABD’den gelmiyor. Arap dünyasının içinden geliyor. Hoşa gitmese de bunun not edilmesinde yarar var.