Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suudi Arabistan ile İran arasındaki bölgesel rekabet Türkiye’de fazla ilgi çekmiyor. Ancak, bu rekabet bölgemizde Sünni-Şii çatışmasının arttığı şu sıralarda ülkemizi de ilgilendiren tehlikeli boyutlara doğru ilerlemeye başladı.
Bizde, Başbakan Erdoğan’ın da geçmişte katkıda bulunduğu, basit bir yaklaşım var. “Başta İsrail olmak üzere başkalarında nükleer silah varsa, İran’da niçin olmasın?” deniyor. Bu basit yaklaşıma göre meselenin bir ucunda İsrail ve destekçileri, diğer ucundaysa bölgenin Müslüman ülkeleri var.
İran’ın nükleer emelleri de bu çerçevede, “Müslüman dünyasının İsrail ve destekçilerine karşı yanıtı” oluyor. Oysa bölgemizde İran’ın nükleer silah elde etmesi olasılığına en az İsrail kadar karşı olan kilit bir Müslüman ülke var. O da Suudi Arabistan. Aslında konu yeni de değil.
Batı basını Tahran’ın nükleer silahlara sahip olması halinde Suudi Arabistan’ın da bu silahları elde etmek için elinden geleni yapacağını geçmişte yazdı, bugün de yazmaya devam ediyor. Ancak bu haber ve yorumlar bizde genelde, “Müslüman bir ülke üzerinden uluslararası ortamı İran aleyhinde bulandırma çabaları” olarak görüldü.
Suudi Arabistan’daki kurulu düzenin en kilit isimlerinden biri ve ülkenin istihbarat örgütünün kurucusu olan Prens Turki el-Faysal’ın konuya şimdilik açıklık getirmesi bu açıdan yararlı olmuştur. Şu anda Suudi Arabistan’ın ABD Büyükelçisi olan Prens Faysal’ın Guardian gazetesinde çarşamba günü çıkan sözleri bu nedenle önemli.
Guardian’ın ele geçirdiği metne göre, İngiltere’de savunma ve güvenlikten sorumlu üst düzey yetkililere geçtiğimiz günlerde bir konuşma yapan Faysal, “İran’ın nükleer silah geliştirmesi, Suudi Arabistan’ı da öngörülemeyen dramatik sonuçları olan politikalar takip etmeye zorlayacaktır” demiş.
İma yoluyla da olsa Prens Faysal’ın ne demek istediği açık. Özetle, “İran’da varsa bizde de olmak zorunda, ancak bu durum bölge için felaket de olabilir” demeye getiriyor.
Bu sözlerin İran’ın geçtiğimiz günlerde - kendi açıklamalarıyla “ABD üslerini vurma kapasitesi olan” füze denemelerinde bulunduğu bir sıraya rastlaması da dikkat çekiyor.
ABD’nin Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleriyle geliştirmekte olduğu ve birçok askeri üssü içeren milyarlarca dolarlık savunma ilişkileri düşünüldüğünde, bu füze denemelerinin, İran ile zaten bölgesel rekabet içinde olan, Suudi Arabistan tarafından da kaygı ile izlendiği kesin.
Guardian gazetesine göre Prens Faysal, Molesworth Hava Üssü’nde yaptığı konuşmada, Tahran’a şu anda uygulanan uluslararası yaptırımların sonuç getirmeye başladığını da söyleyerek, İran’ın nükleer tesislerine şimdi düzenlenecek bir hava saldırısının yapıcı olmayacağını vurgulamış.
Riyad ve Prens Faysal tarafından yalanlanmayan bu sözler, Ankara’nın yeni dönemde İran’ın nükleer programı konusunda çok daha “sofistike” politikalar geliştirmesi gerekeceğini gösteriyor. Türkiye’nin İran’ın nükleer programına destek anlamına gelecek her türlü yaklaşımdan uzak durması gerektiğini hep savunduk.
Ankara, “İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer enerji üretme hakkına sahip olduğunu, ancak nükleer silah üretmemesi gerektiğini” aslında söylüyor. Ancak Batı da bunu söylüyor. Fakat İran’ın nükleer programı konusunda açık oynamadığını belirterek, nükleer silah üretimi olasılığını vurguluyorlar.
Türkiye ise, Erdoğan’ın bir ara “dedikodu” diye nitelediği bu olasılığı her zaman “alt perdeden” dile getirmekle kalmadı, uluslararası yaptırımlar konusunda da Tahran’a arka çıktı. Oysa bölgemizde artan nükleer silahlanma tehdidi karşısında Türkiye’nin yapması gereken ortada.
“İsrail’de var” diye Tahran’a bu konuda “vize” veriyormuş gibi algılanan açıklamalardan kaçınıp, İran’ın da nükleer silah elde etmemesi için uluslararası çabaları desteklemesi gerekiyor. Bu arada, İsrail dahil, tüm Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmasına ağırlık veren politikalar izlemesi gerekiyor. Bölgesel barışı vurgulayan bir ülkeye yakışan da budur.