Timothy Garton Ash’ten Robert Fisk’e kadar birçok Batılı entelektüel, akademisyen, araştırmacı ve gazeteci, Fransız parlamentosunun saçma bir iş yaptığını söylüyorlar. Ancak, ısrarla belirttikleri gibi, Ermenilerin soykırım kurbanı olduğuna inanmadıklarından değil. Ermeni soykırımının inkârını cezalandırmayı öngören yasaya, “araştırma ve düşünce özgürlüğünü tehdit ettiği için” karşı çıkıyorlar.
Hal böyle olunca, düşünce özgürlüğü açısından “sabıkalı” olan Türkiye’nin Ermeni meselesinde bu kişilerden çok fazla medet umması mümkün değil. Bu arada bu yasaya karşı olan Fransız milletvekilleri bile Senato’daki konuşmalarına, “Ermenilerin soykırıma uğradıklarının inkâr edilemeyecek bir gerçek olduğunu” çeşitli şekillerde söyleyerek başladılar. Onların derdi de zaten Türkiye’yi memnun etmek değil, anayasaya ve uluslararası antlaşmalara aykırı görünen bir tasarıya karşı durmak.
Türkiye şimdi Fransa’ya karşı misilleme tehditleriyle çalkalanıyor. Ancak bu konu birkaç hafta sonra Amerikan Kongresi’nde de baş gösterecek. Sırada başka ülkeler de var. Türkiye her keresinde elçisini geri çekip, ilgili ülkeyle siyasi diyaloğu asgariye mi indirecek? Özetle absürt bir durumla karşı karşıyayız.
Sonuçta, bizde kim ne derse desin, bunu nasıl izah ederse etsin, dünyanın ağırlıklı bölümü Ermenilerin Türklerin elinde 1915’te vahim şeyler yaşadıklarına inanıyor. Burada sadece Batı’dan da söz etmiyoruz. 1915’te tehcir edilen Ermenilerin torunlarının Lübnan, Suriye, Mısır hatta İran gibi ülkelerde de yaşadıkları ve yükseldikleri unutulmamalı.
Başka bir ifadeyle, Türkiye bu konuda başından beri güçlü bir akıntıya karşı kürek çekiyor. Ancak, resmi tarihçilik güdüsüyle 1915 olaylarını akademik ve tarihi açıdan tek düze bir kalıba sokmaya çalışmanın ve buna ters düşen şeyleri söyleyenleri yargılamanın ülkemizi getirdiği nokta ortada.
Fransa’ya karşı hukuk yoluna başvurmaktan da söz ediliyor şimdi. Rahmetli Gündüz Aktan’ın düşüncesi de Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun 10. maddesine dayanarak Fransa’yı bu konuda AİHM’e götürmekti. Güzel de, Türkiye’nin bu maddeyi sık sık ihlal etmesi Ankara’nın elini peşinen zayıflatmış değil mi?
Türkiye düşünce özgürlüğü açısından çok daha iyi bir konumda olsaydı, Fransa’ya karşı daha güçlü olmaz mıydı? Başbakan Erdoğan’ın dün Meclis’te “Fransa’nın yaptığı bir düşünce özgürlüğü katliamıdır” sözü de, Türkiye’deki durum göz önünde tutulduğunda, çelişkili değil mi?
Bu arada, işin diplomasi ayağında da konumumuzu kendi elimizle zayıflatmadık mı?
Daha önce de sormuştuk. Ermenistan ile parafe edilen Zürich Protokolleri bir şekilde işletilseydi bugün Türkiye’nin eli daha güçlü olmaz mıydı? Ama yapamadık.
Emekli Büyükelçi Yalım Eralp’ın CNN Türk’te söylediği gibi, Ankara bu olayda Fransa’ya karşı desteğini pek hissedemediği Azerbaycan’a teslim olup Erivan ile büyük bir özenle müzakere ettiği bu protokolleri rafa kaldırmayı tercih etti.
Ankara aynı şekilde Hamas uğruna İsrail ile tüm köprüleri yakarak Amerika’da da elini zayıflattı ki, bunun yansımalarını en son “Türkiye’yi İslami teröristler yönetiyor” diyen Teksas Valisi Rick Perry olayında gördük. Perry’nin bu saçmalığı, ne yazık ki, Amerika’da sanıldığı kadar “münferit” değil.
Bu arada İsrail’i Mavi Marmara saldırısı için gerçekten “cezalandırabildik mi?” Dün yayınlanan resmi istatistiklere göre İsrail ile ticaret azalacağına 2011’de yüzde 29 artmış. Bu bile kamuoyunda yaratılmaya çalışılan hava ile gerçek durum arasındaki uçurumu ifşa etmeye yetiyor olmalı.
Sonuçta din veya ideolojiden beslenen ve öznel tercihlere dayanan bir diplomasinin sakıncalarını artık görmemiz gerekiyor. Özetle, Türkiye’nin Fransa’ya karşı eli zayıf. Mahkemeye gidecek olursa istediğini elde edebileceği de kuşkulu.
Elimizi güçlendirecek en önemli şey ise daha fazla kalkınma, demokrasi, insan hakları ve düşünce özgürlüğüdür. Yoksa bu mesele Türkiye’nin üzerinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallanmaya devam edecek. Türkiye için daha akılcı bir yol olmalı.