Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ortadoğu’da yaşananların Türkiye ile ABD’yi daha da yakınlaştıracağına inananlardanız. Sonuçta hem Washington, hem de Ankara bu yaşananlar karşısında hazırlıksız yakalandı. Bu yüzden iki başkent arasında bölgeye dönük daha fazla işbirliğini gerektiren nedenler artmış bulunuyor. Bugün artık ne ABD’nin, ne de Türkiye’nin “Büyük Ortadoğu Projeleri” eskisi gibi geçerlidir.
Buna rağmen bu bölge iki ülke açısından her zamankinden daha hayati olmaya devam ediyor. Bu arada iki ülkenin Tunus, Mısır, Libya ve Suriye söylemlerinin de zaten önemli ölçüde örtüştüğünü görüyoruz. Bunu son olarak Başkan Obama’nın önceki gün yaptığı ve ilginç yeni perspektiflere işaret ettiği Ortadoğu konuşmasında da gördük.
Örneğin Obama, Suriye’ye dönük sert söylemine rağmen Beşar el Esad’dan henüz vazgeçmeye hazır olmadığını da ortaya koydu. “Kendisine son bir şans tanıyoruz” demesi bu anlama geliyordu. Yoksa Kaddafi için olduğu gibi “derhal gitmelidir” de diyebilirdi.
Ankara’nın da bu görüşte olduğunu biliyoruz. Öte yandan iki başkentte Esad’ın bu işin içinden çıkabileceğine dair inancın çok güçlü olduğu da söylenemez. Bu yüzden Esad’a “bir şans daha tanınması” zaman kazanma taktiği olarak da kabul edilebilir.
Libya konusuna gelince Ankara ve Washington arasında görüş farkının kalmadığı aşikâr. Burada değişen tabii “NATO’nun Libya’da ne işi var” söyleminden, “Biz de NATO operasyonlarına destek sağlıyoruz” söylemine geçen Türkiye oldu. İki ülkenin Tunus ve Mısır söylemlerindeyse zaten çok büyük bir fark yoktu.
Öte yandan Obama’nın Mısır’ın bir milyar dolar tutarındaki borcunu silip hem bu ülke, hem de Tunus için serbest piyasa ekonomisine geçişi öngören bir tür “Marshall Planı”nı devreye sokacağını açıklaması, bölgenin yükselen ekonomik dinamolarından olan Türkiye’nin de işine gelen bir yaklaşımdır.
Bu arada Türkiye ve ABD’nin Şiilere karşı baskıları arttıran Bahreyn ve Suudi Arabistan’a dönük eleştirilerindeki dozu elden geldiğince yumuşak tutmaları da dikkat çekiyor. Burada da kuşkusuz “reel politika” devrede. Bunun birçok nedeni varken, CNN’in ünlü yorumcusu Fareed Zakaria’nın da belirttiği gibi, “kimse Suudi Arabistan’ın karışıklığa sürüklenerek petrolün varil fiyatının 250$ dolara çıkmasını göze alamıyor.”
Obama’nın İsrail’e yaptığı “1967 sınırlarına çekil” çağrısının da Ankara’nın yaklaşımı ile uyumlu olduğu ortada. Ancak bu yazdıklarımızdan Türkiye ile ABD arasında Ortadoğu’ya dönük ciddi görüş farklılıklarının olmadığı anlamı çıkarılmamalı.
İran ve İsrail konuları elbette ki bunun aksini gösteriyor. Şu anda bölgedeki gelişmeleri endişeyle izleyen İran biraz arka plana çekildiği için bu konu da arka plana düşmüş bulunuyor.
Fakat İsrail meselesi Türk-Amerikan ilişkilerinde sorun yaratma potansiyelini canlı bir şekilde koruyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya İlişkilerinden Sorumlu Müsteşarı Philip Gordon’un çarşamba günü Amerikan Senatosu Dış İlişkiler Alt Komitesi’ndeki sözleri de zaten Washington’un bu konudaki endişelerini ortaya koydu.
Gordon’un Türkiye’den, Gazze’ye haziran ayında hareket edeceği ve Mavi Marmara’nın da dahil olacağı söylenen konvoyu engellemesini istediklerini, yaşanacak geçen yılki olay gibi bir olayın Türk-ABD ilişkilerine ciddi zarar vereceğini söylemesi bu açıdan dikkat çekiciydi.
Ankara ise bu konudaki görüşünü tekrar, “özel girişimdir karışamam” temeline oturtmuş bulunuyor. AKP iktidarı açısından işi zorlaştıran temel husus, bu yeni konvoy için bu kez aktif bir şekilde devreye girmesi halinde, “aynısını niçin geçen yıl yapmadın” eleştirisi ile karşılaşacak olmasıdır.
Bu arada Türkiye’nin hararetli bir seçim ortamında olması ve AKP’nin İslami oyu almayı hedeflemesi işi zor kılan diğer boyuttur. Özetle Türkiye’nin yakın zamanda düzeleceğe benzemeyen İsrail ile ilişkileri, bölgede yaşananlar karşısında daha fazla işbirliğine gireceklerini öngördüğümüz Türk-ABD ilişkilerinde iyi idare edilmesi gereken bir çıbanbaşı olmaya devam edecektir.