Tarih ülkelere nadiren konjonktürel fırsatlar sağlar. Türkiye şu anda böyle bir fırsat yakalamış bulunuyor. Fakat biz Türklerin fırsatları heba etme alışkanlığımız da var. Kalkınmasını bu nedenle gereksiz yere geciktirmiş bir ülkeyiz.
Avrupa genelinde ve Yunanistan özelindeki krizi görüyoruz. İşler ne AB açısından ne de iflasın eşiğine gelmiş olan üye ülkeler açısından iyi değil. Düzelmesi de bugünden yarına olacak bir iş değil. Düzeldiğinde de şimdikinden farklı bir Avrupa ortaya çıkacak.
Son gelişmeler ışığında AB’nin istikrarlı üyeleri kendi içlerine kapanmaya, yani ekonomik, sosyal ve siyasi korumacılığa yönelmeye başladılar bile. Şu anda dahi birliğin birinci, ikinci ve üçüncü sınıf üyelerinden söz etmek mümkün.
Bu eğilimin önümüzdeki dönemde azalmak yerine artacağına dair sinyaller peş peşe geliyor. Bu gelişme siyasi istikrarını koruyabilip büyümesine devam eden bir Türkiye açısından yeni olanaklar sağlayacaktır.
Türkiye’yi yakından ilgilendiren Ortadoğu ve daha genel bir coğrafya açısından “İslam âlemine” bakacak olursak durum çok daha kötü. Suriye, Yemen ve Libya’daki yangınların ne zaman söneceği belli değil. Bu ülkelerde işler iyiye değil daha da kötüye gidiyor.
Sosyal adaletin bu ülkelere yakın bir tarihte uğrayacağını düşünmek ise hayal. Zaten bu ülkelerdeki kavganın temelinde demokrasi mücadelesi yerine aşiret ve mezhep mücadelesinin olduğu artık iyice görülüyor.
Daha homojen yapıları ve nispeten gelişmiş eğitim düzeyleri nedeniyle demokrasi ve insan hakları açısından düze çıkma şansları olan Tunus ve Mısır gibi ülkeleri de hâlâ ciddi badireler bekliyor. Bunların aşılması da zaman alacak.
Fiziki ufkumuzun ötesindeki Afganistan ve Pakistan gibi Müslüman ülkeler ise umutsuzca ilkellik denizinde yüzmeye devam ediyorlar. Müslüman dünyasında ciddi potansiyel taşıyan Endonezya ve Malezya ise bizimkinden çok farklı bir coğrafyaya ait ülkelerdir.
Kendi çevremize dönersek Kafkaslar da olumlu bir görüntü vermiyor. Azerbaycan petrol zengini olma yolunda olsa da, sosyal adaletsizlik nedeniyle iç karışıklıklara gebe bir ülkedir. Ermenistan ve Gürcistan’ın acıklı durumlarıysa ortada.
Bunlara işaret etmekle nereye varmak istediğimiz herhalde anlaşılmıştır. Bölgede siyasi istikrar, ekonomik büyüme, gelişmiş demokrasi ve insan hakları açısından şu anda en çok umut vaat eden ülke Türkiye’dir.
Ancak bu sürecin henüz içindeyiz. Ülke olarak yapacağımız daha çok iş var. Şu anda yapabileceğimiz en kötü şey “kalkındık” diye böbürlenip rehavete kapılmak olacaktır.
AKP bu ortamda, kendi parti çıkarlarının çök ötesinde, Türkiye adına içerde ve dışarıda eline çok önemli bir fırsatı geçirmiş bulunuyor. Kendisini, ideolojiden arınmış sosyal adalete dayalı çağdaş Türkiye’nin ortaya çıkması açısından bugüne kadar hiçbir partinin yakalayamadığı bir konuma oturmuş bulunuyor.
Öte yandan seçim sonrasında ortaya çıkan Meclis Türkiye’nin çok iyi bir aynasıdır, zira neredeyse her eğilim ve düşünce tarzını çatısı altında barındıracak. Uzmanlar seçim barajının yüzde 10 değil de, yüzde 5 olması halinde -mevcut ortamda- ortaya şimdikinden çok da farklı bir görüntünün çıkmayacağını belirtiyorlar.
Özetle, bazıları hâlâ kabullenmekte zorlansa da, dünya bakışımız, inançlarımız ve etnik yapımız itibariye “homojen” değil “heterojen” bir ülkeyiz. Başbakan Erdoğan’ın balkon konuşması da zaten bunu ortaya koydu.
Hal böyle olunca, yeni Türkiye’nin oluşmasında en önemli sorumluluk, elbette ki, AKP’ye düşüyor. Ancak CHP, MHP ve BDP’ye de burada çok önemli sorumluluklar düşüyor. Sosyal adalete dayalı çağdaş Türkiye onların da katkısı olmadan ortaya çıkamaz.
Herkes sorumluluğunu uzlaşı anlayışı içinde yerine getirebilirse Türkiye onlarca yıldır kaybettiği zamanı telafi edebilir. Getiremezse o zaman tarihi fırsatları heba etme alışkanlığımız bir kez daha tescil edilmiş olacaktır. Türkiye için asıl trajedi de bu olacaktır.