Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığına dair yorumlara dün Cumhurbaşkanı Gül’den bir yanıt daha geldi. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun (USAK) yeni binasının açılışında konuşan Gül, bu konuyu bizce doğru olan temele oturttu.
Türkiye’nin hem Doğu’ya hem de Batı’ya bakan bir ülke olduğunu vurgulayan Gül, demokrasi ve insan haklarındaki gelişmelere işaret ederek, “Önemli olan Türkiye’nin değerlerinin hangi istikamette ilerliyor olmasıdır” dedi.
Ancak, bu tür güvencelere rağmen, kendi çevremizde dahi “Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor” diye endişeleneler var. Fakat bu kişilerin daha çok toplumsal yaşam tarzımızdaki Batılı görüntüyü kaybediyor olmamızdan kaygılandıklarını görüyoruz.
Ancak burada şu soru hemen akla geliyor: “Biz ne zaman Batılı olduk ki, şimdi Batılı özelliğimizi kaybedelim?” Türkiye’de Batılı yaşam tarzı sürdürenlerin sayısı hiç de az değil tabii. Ancak değerleri ve dünya görüşleri itibariyle gerçekten Batılı olanlar, “şekilsel” olarak Batılı olanların arasında bir azınlıktır.
Gerçek Batılı olanlar...
Gerçekten Batılı olan bu azınlığı tanımakta da güçlük çekmeyiz. Çünkü onlar, sosyal adalet, insan hakları, azınlık hakları gibi kökeni Batı olan değerleri savundukları için, ya “entel”, ya “liboş”, ya “İngiliz muhibbi”, ya “Amerikan uşağı” ya da “AB’ci” diye aşağılanırlar.
Bu ithamlarda bulunanların şimdi “Batı’dan uzaklaşıyoruz” paniğine kapılmaları bu yüzden gariptir. Peki, bu kaygıyı taşıyan ve sadece “şekilsel olarak” Batılı olanlar, Avrupa’nın kanlı bir tarih sonucunda kolektif olarak benimsediği ve artık “evrenselleşmiş” olan değerler silsilesinin toplum tarafından içselleştirmesi için son 65 yıl ne yaptılar?
Tam aksine, bu süre zarfında, “üstünlükçü” bir “Siz düşünmeyin, biz sizin için düşünüyoruz” zihniyetiyle, toplumun gerçekten Batılı anlamda açılma ve gelişme çabaları her keresinde sekteye uğratmadılar mı?
İnternet çağına adapte olmalı
Cumhurbaşkanı Gül, dünkü konuşmasında, internet çağında yaşadığımıza işaret ederek, buna “adapte olmanın” zorunlu önkoşulu olan “zihinsel dönüşümden” de söz etti. Fakat gelin görün ki, asıl devlet bu duruma henüz adapte olup gerekli zihinsel dönüşümü yapabilmiş değil.
Yoksa herhangi bir Batılı ülkede görülmeyecek şekilde, interneti sansürlemek için gece gündüz karanlık kapılar ardında çalışan “takip birimleri” oluşturmazdı. IMF ile Dünya Bankası’nın ortak toplantısına misafirlik ederken, tüm ülkede yasak olan YouTube’a “Yabancılara karşı imajımız bozulur” diye sadece konferans alanında izin verip halkını aşağılamazdı.
Uzun lafın kısası, Batı’dan uzaklaşmıyoruz çünkü hiçbir zaman gerçek anlamda Batılı olamadık. Söz konusu olan ise sistemini 1930’ların Avrupa’sından uyarlamış -ve bunu bile “alaturkalaştırmış” olan bir devlet ile bazı Batılı eğilimleri olan bir millettir.
Dünya görüşümüz belirler...
Bu eğilimler ise bazen güçlenmiş, bazen zayıflamıştır. Ama hiçbir zaman topluma tam anlamıyla yayılmamıştır çünkü yayılması istenmemiştir. Onun için şu gerçeği bir an evvel kabul etmemizde yarar var: Batılı olup olmadığımızı saptayan başlıca husus “görüntümüz” değil, “dünya görüşümüzdür.”
Cumhurbaşkanı Gül’ün “değerler” itibariyle Batılı bir istikamette ilerlediğimizi belirtmesi bu yüzden önemlidir.
Sonunda hangi dünyaya ait olduğumuzu saptayacak olan şey de dış politikamızdaki yönelişler değil, evrenselleşmiş olan Batılı değerlere toplum olarak sahip çıkmamız veya çıkamamamız olacaktır. Bu açıdan çok olumlu gelişmeler elbette ki var. Fakat mecazi anlamdaki “uluslararası jüri heyeti”nin bu konuda henüz nihai bir karara varamadığı da ortadadır.