Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Suriye meselesinin ön planda olduğu bölgesel diplomasi yarından başlayarak yeniden ivme kazanıyor. Arap Birliği’nin Bağdat’taki zirvesi bunun ilk ayağı olacak. Bu arada Başbakan Erdoğan İran’da temaslarda bulunacak. Daha sonra “Suriye’nin Dostları” grubu İstanbul’da toplanacak. Her üç gelişme açısından Türkiye’nin sıkıntıları var.
Bağdat Zirvesi’ne Ankara’nın katılma isteği “Arap olmadığı” gerekçesiyle reddedildi. Diplomatik kaynaklar İran dahil 29 ülkenin katılım talebinin aynı gerekçeyle geri çevrildiğini hatırlatarak “burada Türkiye’ye karşı özel bir tavır yok” diyorlar.
Ancak, aylardır “bölgenin en etkin ülkesi” olarak lanse edilen Türkiye’nin Suriye’de kritik gelişmelerin yaşandığı bir sırada bu toplantıya çağırılmaması, buna karşın AB temsilcisinin davet edilmesi, kuşkusuz Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu rahatsız etmiştir.
Ankara’nın Bağdat zirvesi ile ilgili sıkıntısı bundan ibaret de değil. Irak dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin verdiği demeçler de Türkiye’yi rahatsız edecek nitelikte. Wall Street Journal’a konuşan Zebari, Türkiye ve İran’ı kastederek, “bu zirvenin bölgesel güçler karşısında Irak’ın kendi ayakları üzerinde durabileceğini göstereceğini” belirtmiş.

Diplomatik süreç ile uyumlu
Ardından da, “Bu iki ülke en güçlü komşularımızdır ve Irak’ta temsili olan güçlü bir ulusal hükümetin yokluğu nedeniyle ortaya çıkan boşluğu doldurmaya çalışıyorlar” diye sitem etmiş. Zebari aynı zamanda Türkiye ve İran büyükelçilerinin çağrılarak Irak’ın iç işlerine müdahale etmemeleri konusunda uyarıldıklarını anımsatmış.
Ankara’nın, Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el Arabi’nin Bağdat zirvesi öncesindeki sözlerinden de rahatsız olmaması mümkün değil. Zira El Arabi, Arap basınına verdiği demeçlerde, “Bağdat’tan Beşar el Esad’a git çağrısının çıkmayacağını” söyledi. Bu da BM’nin şu anda yürütmekte olduğu diplomatik süreç ile uyumlu.
Ankara’nın ise bu süreci “tasvip etmediğini” Başbakan Erdoğan’ın birkaç gün önceki açıklamalarından biliyoruz. Esad’ın dün Annan Planı’nı kabul ettiğini açıklaması ise Ankara’yı kontrpiyede bırakmıştır. Bu gelişmelerin 1 Nisan’da İstanbul’da yapılacak olan “Suriye’nin Dostları” toplantısından önce yaşanması Ankara’yı ayrıca huzursuz ediyor olmalı.
Öte yandan Erdoğan, “Nükleer Güvenlik Zirvesi”ne katıldığı Kore’den sonra bugün İran’da olacak. Tahran’daki görüşmelerinin de son derece hassas olacağı kesin. Erdoğan’ın Seul’da ABD Başkanı Obama ile yaptığı ve neredeyse tüm konularda görüş birliği sağladıkları belirtilen görüşmeyi not eden Tahran, Türkiye’nin getireceği mesajları, “gardını almış olarak,” bekliyor.

Tahmin etmek güç değil
Bu arada Erdoğan’ın, bu ziyaretin hemen öncesinde, Rusya ve Çin ile birlikte İran’ı da Esad’ı desteklemekle suçlaması, Suriye konusunda Ankara ile anlaşmazlığı olan Tahran’ı memnun etmiş olamaz. Bu nedenle, Tahran’da kameralar önünde verilecek “dostluk mesajları”na rağmen, perde arkasında hararetli tartışmaların yaşanacağını tahmin etmek güç değil.
Nitekim, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu Suriye’de “saldırgan bir yeni Osmanlıcılık sergilemekle” suçlayan İranlı dış ilişkiler uzmanı Kaveh Afrasiabi’nin 27 Mart tarihli Asia Times gazetesinde yazdıkları doğruysa, Tahran yönetimi Türkiye’yi zaten “NATO’nun Ortadoğu’daki maşası” olarak görüyor.
İstanbul’da yapılacak Suriye’nin dostları toplantısına dönersek, İran buna zaten davet edilmedi ki bu bile iki ülke arasında bu konuda esen soğuk rüzgârı yansıtıyor. Ancak, BM Güvenlik Konseyi’nin kilit üyeleri Rusya ve Çin’in de katılmayacak olmaları, bu toplantının ne denli etkin olacağı hakkında şimdiden soru işaretlerine yol açmış bulunuyor.
Kaldı ki Suriyeli muhaliflerin bu toplantıda ne denli “yekvücut” olarak hareket edebilecekleri de şimdiden sorgulanıyor. Bu toplantıya tek sesle girememeleri veya toplantıya katılacak olanların Suriye’de tüm muhalefeti temsil etmedikleri görülürse, Türkiye’nin Suriye konusundaki eli daha da zayıflayacaktır.