Yapılan bazı yoklamalar Türklerin hâlâ AB üyeliğini desteklediğini gösterse de, bu konudaki inançsızlık artık konuyla en yakından ilgilenen yetkililerimize de sirayet etmeye başladı. Türkiye’nin AB Daimi Temsilcisi Büyükelçi Selim Kuneralp’in EuObserver.com sitesine verdiği ve gazetemizin dün birinci sayfasından haberini duyurduğu demeci bunun son göstergesi.
Kuneralp’in sözlerine geçmeden, Başbakan Erdoğan’ın seçim zaferini kutladığı balkon konuşması sırasında AB konusuna bir kez dahi değinmediğini de hatırlamakta yarar var. Özetle, Türkiye’nin üyelik perspektifinin kilit AB üyeleri tarafından bloke edildiği ve üyelik müzakerelerinin ciddi bir duraklama noktasına yaklaştığı bir sırada, AB konusunun Türklerin “radarında” ciddi bir yer tuttuğunu söylemek güç.
Gerçek üstü ortamın etkisi
İşin ilginç yanı ise, geçen hafta Brüksel’de konuşmacı olarak katıldığımız bir toplantı sırasında da gördüğümüz gibi, AB’nin hâlâ Türkiye üzerinde bir baskı aracı olduğuna inanan Avrupa Parlamentosu (AP) üyelerinin olmasıdır. Fransa, “tam üyeliğe götürür” korkusuyla, beş temel müzakere faslını bloke etmişken bir AP üyesinin kalkıp “Kıbrıs’ta şunu, bunu yapmazsanız AB üyeliğini rüyanızda görürsünüz” diye konuşması gerçekten gülünçtü.
Türkiye kendi iç dinamikleri ile geliştiği, buna karşın AB’nin krizden krize gittiği bir sırada bu kişilerin hangi âlemde yaşadıklarını merak etmek elde değil. Brüksel’in kendilerine sunduğu gerçeküstü ortamın etkisinde fazla kalmış olan bu kişilere “uyandırma zili” görevi yapması açısından Büyükelçi Kuneralp’in sözleri zamanlıdır.
AB’nin Türkiye üzerindeki etki gücünü kaybettiğini belirten Kuneralp’in, Türkiye’nin önceliğinin yeni bir Anayasa’nın yazılması olacağını, ancak AB’ye bu konuda çok büyük bir rol düşmeyeceğini belirtmesi bu açıdan önemliydi.
Bizim geçen hafta Brüksel’de, önceki gün ise Bonn’da Deutsche Welle tarafından düzenlenen ve konuşmacı olarak katıldığımız “Global Medya Forumu” sırasında söylediğimiz de buydu. AB’nin reformlar açısından bundan birkaç yıl önce “lokomotif gücü” elbette ki vardı.
Ancak bu gücü artık sağlayan, siyasal, sosyal, dini ve etnik açıdan “heterojen” yapısı bu son seçimlerde de tescil edilmiş olan Türkiye’nin kendi iç dinamikleridir. Sonuçta Türkiye, istese de istemese de, AB için değil, kendisi için reform yapma zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Kuneralp’ın sözleri
Bazı üyelerin Türkiye’ye dönük engelleyici siyasetleri ise, Birliğin bu konuda bu aşamadan sonra çok fazla etkisi olmayacağını adeta garantilemiştir. Kişisel deneyimlerimize dayanarak gördüğümüz kadarıyla, Avrupa’da nasıl ki Türkiye’nin AB üyeliği fikrini hazmedemeyenler varsa, Türkiye’nin kendi geleceğini özgün ihtiyaçlarına göre belirleyebileceği fikrini de hazmedemeyenler var.
Kıbrıs konusunda Türkiye ile “havuç-sopa” oyunu oynamaya çalışan AP üyelerine dönersek, bunlardan birisinin “Türkiye’nin uzun vadeli güvenliği” hakkında söyledikleri de ciddiye alınacak gibi değildi. Bu kişiye göre AB’den uzaklaşan Türkiye Avrupa‘nın NATO’da vücut bulmuş güvenlik şemsiyesinden de yararlanamazmış.
Oysa AB bugün, bırakın “ortak dış politikasını” görevinden ayrılan ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in de çeşitli sözlerle son dönemde vurguladığı gibi, “ortak güvenlik ve savunma politikasını” dahi oluşturabilmiş değil. Türkiye’nin NATO üyeliğinin temelindeyse Avrupa ile değil, her zaman ABD ile olan savunma ilişkileri yatmıştır. Gelecekte de ağırlıklı olarak böyle olmaya devam edecektir.
Brüksel’deki AB yetkililerinin hoşuna gitmemiş olsa da, Büyükelçi Kuneralp’in sözleri, Türkiye’nin -şatafatlı açıklamalar ve hükmü kalmamış “havuçlarla”- “klinik bir mesafede” fakat Avrupa’nın etkisi ve kontrolünde tutulabileceğine inananların “uyandırılması” açısından iyi olmuştur.
Kuneralp gibi, Türkiye’nin AB perspektifine kariyerinin yarısından fazlasını ayırmış inançlı bir Avrupalı Türk bile artık AB’nin samimiyetsizliği karşısında, “Ankara’dakiler bıkmış durumda” diyorsa, gerisini onlar düşünsün...