Sadece iç siyasetin değil, Ankara’daki batılı diplomatların ve Avrupa ile Amerika’daki gözlemcilerin dikkatleri de şu sıralarda, AKP kurmaylarının Başbakan Erdoğan’ın onayı ile başlattıkları “Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş” tartışmaları üzerinde odaklanmış bulunuyor.
Türkiye’yi en yakın tanıyan yabancı gazetecilerden biri olan Andrew Finkel’ın 5 Mayıs tarihli New York Times gazetesinde çıkan konu hakkındaki analizi ise konuştuğumuz Batılı diplomatların düşüncelerine de büyük ölçüde tercüman olmuş.
Özetle söylemek gerekiyorsa, AKP’nin Cumhurbaşkanlık sistemi tartışmasını açması “basit ve masum bir sistem tartışması” olarak görülmüyor. AKP’nin bu tartışmayı açmış olması , Erdoğan’ın siyasi geleceğini, daha da güçlü olacağı bir üst konumdan teminat altına alma girişimi olarak yorumlanıyor.
Erdoğan’ın Putinleşmesi
Mevcut parlamenter sistemi demokratik açıdan daha da güçlendirmek dururken, Türkiye açısından denenmemiş olup da iyi mi, kötü mü olacağı belli olmayan bir “sistem macerasına” girişilmesine açıkçası başka bir anlam verilemiyor. Bu nedenle batılı diplomatlar arasında “Erdoğan’ın Putinleşmesi” (The Putinization of Erdoğan) algısı hızla yayılıyor.
Son haftalarda Ankara’daki büyükelçiliklerden merkezlere uçan kriptolarda bu konunun önemli bir yer tuttuğunu tahmin etmek de elbette ki güç değil. Batılı perspektiften işi daha da ilginç ve önemli kılan faktörlerin başındaysa, Erdoğan’ın yakın geçmişte çekinmeden “dindar nesil yetiştirmek istiyoruz” şeklinde bir çıkışta bulunması geliyor.
Erdoğan’ın daha birkaç gün önce Türkiye için “tek din” ifadesini kullanmış olması da bu çerçeveye oturtuluyor. Erdoğan, gelen tepkiler üzerine, bunu bir “dil sürçmesi” olarak niteleyerek geri adım atmış olsa bile, bu ifadeyi ağzından kaçırması yine de siyasi anlamda bir “Freudiyen sızıntı” olarak yorumlanıyor.
AKP’nin gizli gündemi
Daha açık ifadeyle söylemek gerekiyorsa, buna bilinç altına yerleşmiş olan ancak telaffuz edilmekten çekinilen bir hususun “istenmeyen bir anda dışarıya sızması” olarak bakılıyor. Başka bir deyişle işe dönüp dolaşıp AKP’nin “gizli gündem” meselesine geliyor.
Erdoğan’ın söz konusu çıkışları da bu algıyı körüklüyor.
Stratejik, siyasi ve ekonomik açıdan Türkiye’yi batının bir unsuru olarak görmek isteyen, bu nedenle de demokrasisinin daha da geliştirilmesinden yana olan batılı diplomatlarla gözlemcilere göre, çağdaş bir anayasa için devam eden çalışmaların, cumhurbaşkanlık sistemi tartışmalarına boğulması ülke açısından büyük bir kayıp olacak.
Aslında bu bariz gerçeği anlamak için yabancıların görüşlerine gerek yok. Gerçek anlamda “ileri demokrasiyi” temsil edecek bir anayasa için süren çalışmalar, Erdoğan’ın ek güçlerle donatılmış olarak Cumhurbaşkanı yapılması çabasına indirgenecekse, bunun çağdaş Türkiye açısından kaçırılan en büyük tarihi fırsat olacağı aşikar.
Andrew Finkel’ın de analizinde belirttiği gibi, Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek olan anayasa tartışmaları bu durumda, “tek bir kişinin geleceği” konusu tarafından rehine alınıp kaçırılmış olacak. Sadece bu da değil.
12 Eylül Anayasası gibi, zorlanarak ortaya çıkarılacak bu tür yeni bir anayasanın da, zaten birçok açıdan bölünmüş olan toplumu daha da ayrıştırmanın siyasi enstrümanına dönüşeceği kesin. Özetle, Türkiye’nin sosyal, siyasi ve ekonomik kalkınmasının sürdürülebilirliği açısından iç istikrarın zorunlu olduğunu anlamak için fazla kafa yormak gerekmiyor.
‘Çölde gezinen Musa’
Finkel, analizinin sonunda Erdoğan’ın “çölde gezinen Musa’ya benzediğini” yazmış. Özetle, kendi halkını (Erdoğan’ın durumunda Müslümanları) esaretten kurtarmasına rağmen, vaat edilmiş topraklara götüremeyen Musa Peygamber’den söz ediyor.
Bu ise Erdoğan’ın hâlâ “gizli gündem” peşinde olduğunu açıkça çağrıştıran bir benzetmedir. Oysa üzerinde durulması gereken tek gündem, heterojen bir yapısı olan Türkiye’nin, “tek düze” değil de, çağdaş, modern ve herkesin inancına saygılı olunduğu demokratik bir ülkeye nasıl dönüştürüleceği meselesidir.