Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yabancı gazeteler ve ajanslar, son günlerde Türkiye’nin Esad rejimine karşı silahlı mücadeleye başlayan Suriyeli muhalifleri kanatlarının altına aldığını duyuruyorlar.
İddiaya göre muhaliflerin kurduğu “Hür Suriye Ordusu (HSO)” mensupları, sığındıkları Türkiye’den Suriye güvenlik güçlerine karşı saldırılar düzenleyip tekrar Türkiye’ye dönüyorlarmış.
Bu iddia doğru ise Türkiye’nin daha önce girmediği tehlikeli sularda yüzmeye başladığını söylemek mümkün. Ankara, Suriye ordusundan kaçan subaylara “insani amaçla” sığınma hakkı tanıdığını inkâr etmiyor tabii.
Türkiye’ye sığınan ve “Hür Suriye Ordusu”nun komutanı olduğunu iddia eden Albay Riyad el Esad da, Habertürk’ten Amberin Zaman’a konuşurken, Türkiye’den silah yardımı almadıklarını somut ifadelerle söylemiş. Esad, “Türkiye bize sadece insani yardım sağlıyor ve bizi koruyor” demiş.
Ancak, Baas rejimine karşı silahlı mücadeleye başlayan bir örgütün komutanı olduğunu söyleyen kişinin, “Türkiye bizi koruyor” sözü bile Şam’ı kızdıracak ve konuyla ilgili spekülasyonu körükleyecek niteliktedir.
Bu durum ise Ankara’yı ilginç bir konumda bırakmakla kalmıyor, Türkiye’nin Arap Baharı karşısındaki çelişkilerini de ortaya koyuyor. Sonuçta, Türkiye’nin Suriye’nin iç işlerine karıştığına, hatta oradaki rejimini devirmeye çalıştığına dair algıyı bizzat AKP hükümeti körüklemiştir.

Org. Özel’in ilk cümlesi
Başbakan Erdoğan’ın “Suriye bizim iç meselemizdir” sözünü unutmamak gerekiyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun hafta içinde Ürdün’e yaptığı ziyaret sırasında söyledikleri de bu yaklaşımı teyit ediyor.
Suriyelilerin haklı taleplerinin hayata geçirilmesi için Türkiye olarak elden geleni yapacaklarını belirten Davutoğlu, “Suriye’de kaosa da izin vermeyiz, zulme de izin vermeyiz. Bu bizim Suriye halkına karşı sorumluluğumuzdur” diye konuşmuş.
Bu sözlerin, Türkiye’nin müdahalesinin salt “insani boyutta” kalmayacağını çağrıştıran bir yanı olduğu inkâr edilemez. Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in kısa bir süre önce NTV’den Nilgün Balkaç’a söyledikleri de bu nedenle daha çok ilgi çekiyor.
Org. Özel, Suriye’deki gelişmeleri yakından izlediklerini belirterek, durumun en kısa zamanda ve uluslararası normlar çerçevesinde iç istikrara kavuşmasını temenni ettiğini söylemişti. Ancak yanıtının daha ilk cümlesinde “Suriye’de cereyan eden olaylar öncelikle bu ülkenin kendi iç meselesidir” deme ihtiyacını duyması manidardı.

Yaklaşımla çelişiyor
Bu söz Erdoğan’ın, “Suriye bizim iç meselemizdir” yaklaşımıyla tümüyle çelişiyor. Genelkurmay’da, “Suriye’nin iç işlerine müdahale” görüntüsünün, Şam’ı PKK’ya doğrudan destek vermeye teşvik edeceğini düşünenlerin bulunduğunu tahmin etmek güç değil.
Buna karşın insan haklarına inanan demokratik hiçbir ülkenin Suriye’deki vahşet karşısında sessiz ve atıl kalamayacağı da ortada. Gazze yüzünden dünyayı ayağa kaldıran Türkiye’nin Suriye yaklaşımına bu nedenle “doğru” ve “yerinde” diye bakmak mümkün. Ancak burada da tutarlılık gerekiyor.

Daha tutarlı olunmalı
Batı’yı, “Suriye’deki rejime çatarken İsrail karşısında sessiz kalıp Gazze için parmak kaldırmamakla” suçlamak kolay. Zaten Batı söz konusu olduğunda “çifte standart” suçlamasına şehvetle sarılan bir milletiz.
Ancak, Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Suriye’de zulme izin vermeyiz” derken, örneğin Bahreyn’de Sünni azınlığın, Suudi Arabistan’ın desteğiyle, Şii çoğunluğa karşı her türlü zulmü reva görmesine rağmen Ankara’dan çıt çıkmıyor.
Bu da “seçicilik” veya “çifte standart” görüntüsü veriyor. Sonuçta Suriye’ye “demokratik” ve “insani” gerekçelerle “müdahale” etmek bizce iyi bir şeydir. Ancak bunun inandırıcı ve etkin olması için hem kendi evimizin çok daha düzenli hem de dış politika yönetimimizin daha tutarlı olması gerekiyor.
Yoksa arkasından, “Türkiye Suriye’ye insani değil, ‘Yeni Osmanlıcılık’ ve ‘emperyalist’ güdülerle müdahale ediyor” suçlaması gelecektir ki, bu argümanı Şam rejimi ve destekçileri daha şimdiden kullanıyorlar.
Dediğimiz gibi, bunlar tehlikeli sulardır.