Doktora şiddeti konu ettiğim son yazıma çok sayıda doktordan eleştiri aldım. En ayrıntılı yanıt Türk Oftalmoloji Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak’tan geldi. Uzun ve ayrıntılı yazısını sütunuma sığdırmam mümkün değildi onun için neredeyse yarı yarıya kısaltmak zorunda kaldım. Redaksiyonda bir kusur işledimse kendisinden özür dilerim.
Sayın Semih İdiz,
Milliyet gazetesinde “doktora şiddet evrensel sorun” başlıklı yazınızı okudum. Konuyu iyi incelemeye imkan bulamamış olduğunuz kanaatine kapıldım. Doktora şiddet, elbette birçok ülkede olabilir ama, bizim ülkemizde bunun iki özelliği vardır:
30 yıllık bir hekim olarak şunu gözlem olarak söyleyebilirim ki son 5 yıl içinde, doktor ve sağlık personeline yönelik şiddet çok hızla artmaktadır ve sıklaşmaktadır. İkinci özellik ise, bunun sistematik ve planlı olarak yapılması ve artışın da bu doğrultuda ortaya çıkmasıdır.
“İşin özünde ise daha çok psikolojik sorunlar yatıyor” yargınızın da tam doğruyu yansıtmadığını vurgulamak isterim. Elbette ki psikolojik etkenler belli bir role sahiptir ama, bunun ekonomik politik ve sosyal altyapısı hazırlanmıştır.
Ülkemizde sağlık sistemi ile ilintili her alanda tek bir ödeme kurumu vardır. Direk ya da dolaylı olarak tüm ödemeler Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yapılır. Bu tekel, istediği hizmete ödeme yapar, istemediğine yapmaz, ayrıca neye ne kadar ödeyeceğine karar verir ve öder veya ödemez.
Acil hastalardan ise para alınamaz. Bu kulağa hoş gelen bir cümledir ve sosyal devlet ilkesi anlamında doğrudur aslında. Ayrıca politik olarak da çok oy getirecek bir cümledir. Ancak uygulamada iki şey olur: a. Hastalar, acil serviste, başka sistemlere göre daha hızlı bakılıp incelendikleri için, hem de bedava olduğu için, acil servise gitmeyi yeğlerler. b. Bir hastanın acil olup olmadığına karar verecek merci kimdir sorunu yaşanır.
Eğer bu konuda bir fikir farklılığı varsa ve burada güç kullanmaya daha müsait bir taraf var ise ve bu gücünü kullanma tehdidi ile bir menfaat temin ediyorsa, bu noktada hasta ve yakınları, savunmasız hekimi, istedikleri yönde zorlayacaklardır.
Ülkemizde günde ortalama 1 milyondan fazla hasta sağlık kurumlarına başvurmaktadır. İnsanlar sağlık kurumlarına çok çabuk ve kolay ulaşmaktadırlar. 70 işgünü sonunda ortalama olarak ülkemizde her bireyin bir defa sağlık sistemine müracaat edebildiği varsayılabilir. Hafta sonu ve tatilleri çıksak ortalama olarak, her üç ayda bir ülkemizin nüfusu kadar bir insan, sağlık sisteminin kapısına gitmektedir.
Ancak, bu noktada üç soru akla gelmelidir:
a. Sağlık sisteminin kapısına giden günlük 1 milyon insanın ne kadarı gerçek hastadır?
b. Bu hastaların ne kadarı tekraren aynı sorunla sağlık ünitesinin kapısına gitmiştir?
c. Bu insanların aldığı hizmet, gerçekten sağlık hizmeti midir?
70 milyonluk bir ülkede günlük 1 milyon sağlık ünitesine başvuru, olağandışı yüksek bir rakamdır. İnsanların hekime çok kolay ulaşmaları sağlanmıştır. Bu iyi bir şey gibi görünse de gerçek hastalar için çok kötü bir ilkedir. Hastaların hekimle karşılaşmaları kolaylaşırken, hekimin de çok ucuza ve sürümden kazanacak şekilde prim ve performans sistemlerinin içinde çalışmaya zorlandıkları görülmektedir.
İnsanlar hekime kolay ulaştıkları için gittiklerinden, gerçek hastaların, hekimle teması, daha zorlaşmaktadır. Ya da zaman olarak kısıtlanmaktadır. Hekim hastanın hastalığı ile ilgilenememekte, sadece çok kısıtlı zamanda, hastanın “gönlünü edip” savmaya bakmaktadır zira burada kalite değil sayı önemlidir. Hekimler hastaya zaman ayıramadıkları için, onları tetkik ve konsültasyonlara göndermekte ve bu da hastanın maliyetini artırarak SKG bütçenin şişmesine yol açmaktadır.
Sonuç: Gerçek ve ciddi hastalar hiç sağlık hizmeti alamamakta ve bu nedenle de bazı kayıplar olmaktadır. Bu da hasta yakınlarının tepkisine neden olmaktadır.
Prof. Dr. Süleyman Kaynak
Türk Oftalmoloji Derneği
Genel Başkanı.