AB Türkiye Delegasyonu Başkanı, var olan tüm sıkıntılara rağmen Türk-AB ilişkilerinin sanılandan çok daha dinamik olduğunu vurguluyor. Kendisiyle yaptığımız söyleşinin ikinci bölümünde bu konuyu konuştuk.
Dışarıdan bakılınca Türk-AB ilişkileri çok parlak görünmüyor...
Zor bir aşamadayız. Nedeni müzakere edilecek üç faslın kalmış olması. Rekabet faslı bunların başında geliyor. Hırvatistan’la rekabet faslı 34. sırada ele alınırken, bazı fasılların bloke edilmiş olması ve ek protokolden kaynaklanan sorunlar nedeniyle Türkiye ile 14. sırada ele alınıyor.
Türkiye’nin üyeliği, nüfus, ekonominin büyüklüğü, dış politikadaki etkinlik gibi nedenlerle diğer üyelikler gibi olmayacak. Bu çerçevede AB Komisyonu ve Parlamentosu üzerinde önemli kurumsal etkileri olacak. Ayrıca Kıbrıs ve ek protokol meseleleri var.
Fakat Türkiye-AB ilişkisi aynı zamanda hiçbir zaman bugünkü kadar güçlü olmadı. Ticaretin yüzde 40’ı AB ile yapılıyor, yabancı yatırımların yüzde 80’i ve teknoloji transferinin yüzde 90’ı AB’den geliyor. Siemens, Bosch, Renault, Airbus gibi dev isimler burada sadece üretim değil, araştırma geliştirme yapıyorlar.
Türkiye artık AB’nin küresel rekabet gücünün bir parçasıdır. Bu arada 2009’da 36 bin Türk AB’nin eğitim programlarına katıldı. Bunlar önemli başarılardır. Müzakerelerin hızı ne olursa olsun, Türkiye hem teknik anlamda, hem siyasi anlamda değişimden geçiyor. Onun için bu süreci sürdürmek önemlidir.
Hükümetin AB perspektifine hâlâ bağlı olduğuna inanıyor musunuz?
Hükümette büyük bir hoşnutsuzluk duyulduğunu kabul ediyorum. Ancak o zaman diğer seçenekler gündeme geliyor. Bir de halkın algısı var. Nerdeyse 4,5 yıldır buradayım. Çok gezdim. Vatandaşlar iki şeyin farkını görüyorlar. Birincisi üyelik meselesinin siyasi boyutudur, yani şu veya bu ülkenin karşı olması, Kıbrıs meselesi vs... Fakat aynı zamanda, müzakere sürecinin bir parçası olan gıda ve ilaç güvenliği, temiz hava, kadın hakları, düşünce özgürlüğü gibi değerlerin kendileri ve çocukları için istedikleri şeyler olduğunu görüyorlar.
AB’ye alternatiflere gelince, evet Ortadoğu ile ticaret artıyor, vizeler kaldırılıyor, işadamları bölgede iyi iş yapıyorlar. Ancak bu Türkiye’nin gelecekteki küresel ekonomik rolü açısından önemli midir, hayır. Çünkü teknoloji Ortadoğu, Orta Asya, Rusya hatta Çin’den gelmiyor. Buradaki teknoloji AB kökenlidir ve Türk sanayinin geleceği AB ile yakın ilişkilere bağlıdır.
Bu tür stratejik konular ne bu ülkede, ne de AB ülkelerinde oy kazandırmıyor. Onun için bir noktada hem Türkiye ile hem de kendi aramızda bundan sonra ne olacak konusunu görüşmemiz gerekecek. Öte yandan, diğer bazı üyelik müzakereleri 13-14 yıl sürdü. Türkiye ile sadece 6. yıldayız. Kararlılık ve ısrarlı olmak işin özünü oluşturuyor.
Bu söylediklerinizi Avrupa bilmiyor mu?
Stratejik düşünenler, iş dünyası, eğitimli çevreler Türkiye ile önemli bir ilişki olduğunu biliyor ve siyasi düzeyde etkili olmaya çalışıyorlar. Ancak vatandaşın duyguları var ve bunlar önyargılara, varsayımlara ve cehalete dayanıyor. Onun için bu açıdan daha yapacağımız çok iş var.
Vize ve kaçak göç meselelerinde ilerleme var mı?
Kaçak göçle ilgili Geri Kabul Anlaşması’nda önemli ilerleme sağladık. Bu da iyi çünkü vize diyalogu konusunun ön koşuldur. Vize konusuna gelince, Türkiye’de her yıl 730 bin vize verildiğini söylemem, vize yüzünden bir toplantıyı kaçıranlar veya küçük düşürüldüklerine inananlar için bir şey ifade etmeyecektir.
AB’ye yasak göç konusu ile yeterince insan seyahat edemediği için Türkiye ve AB’nin ticaret, araştırma, kültür gibi alanlardaki çıkarlarına zarar verilmesi arasında bir ayrım yapmak durumundayız. İşin siyasi boyutu kolay değil. Çok iyi belirlenmiş ve kademeli olan bir şekilde ve tarafların verecekleri güvencelerle ilerlememiz gerekiyor. Daha gidilecek yol var ama hareket de var.