Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

KKTC Başbakanı İrsen Küçük geçen hafta Türkiye’ye herhalde siyasi kariyerinin en sıkıntılı ziyaretini gerçekleştirdi. Bir yandan Başbakan Erdoğan’ın “besleme” çıkışıyla iki ülke arasında gerilen diplomatik ilişkileri düzeltmeye çalıştı, diğer yandan kendi kamuoyu nezdinde Ankara’nın anti-demokratik baskılarına boyun eğmediğini göstermeye çabaladı.
“Ankara’nın anti-demokratik baskıları” derken, AKP iktidarının KKTC Hükümeti’nden, 28 Ocak’ta Kıbrıslı Türk sendikaları tarafından düzenlenen mitingde Türkiye aleyhtarı pankartlar ve Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı açanların bir şekilde “cezalandırılmasını” istemesini kastediyoruz.
Türkiye’ye en sıkı bağlarla bağlı Kıbrıslı Türkleri dahi kızdıran bu dayatmacı tavrın, özellikle AB çevrelerinde Kıbrıslı Rumların yağına nasıl ekmek sürdüğünü daha önce yazdık. Öte yandan, Erdoğan’ın Kıbrıslı Türklere dönük “besleme” suçlamasının Türkiye’de siyasi prim yaptığı da aşikar.
Sonuçta, “Türkiyelilerin” Kıbrıslı Türklere olumsuz bakışları yeni değil. Bunu Kıbrıslı Türklerin Türkiye’deki milliyetçi kesimlerin nefret ettikleri Annan Planı’nı kabul etmelerinden sonra basınımızda çıkan aşağılayıcı “YavRUM Vatan!” başlıklarından biliyoruz.
Hepsi güzel de, milliyetçi söylemle gerekirse galeyana dahi getirilebilen “Türkiyeliler” Kıbrıs hakkında gerçekten ne biliyorlar? Geçen hafta Star TV Ana Haber Bülteni’nde yayınlanan ve bu açıdan ibretlik olan bir röportaj vardı. Star muhabiri yoldan geçenlere “Kıbrıs nerede?” sorusunu soruyordu.
Bu vesileyle Türkiye’deki birçok “sade vatandaşın” Kıbrıs’ın yerini dahi bilmediği ortaya çıktı. İşin garip yanı bu vatandaşlar arasında “Kıbrıs’ta askerliğini yaptığını” söyleyenlerin de olmasıydı.
Bir iki kişi doğru yanıtı verirken, çoğu Kıbrıs’ın Ege Denizi’nde olduğunu söyledi. Kimileri Kıbrıs’ın “Karadeniz’de olduğunu” belirtirken, biri “Akdeniz” diye doğrusunu tutturduysa da, hemen ardından, “Hayır, Karadeniz” diye “kendisini düzeltti.”
En acıklısı ise Uğur Mumcu’nun deyimiyle “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlardı.” Bunlardan birisinin “Kıbrıs nerede?” sorusuna yanıtı şöyleydi: “Ege Denizi’nde bir ada. Bir adadaki tek başına bırakılmış, ataları tarafından kurtarılmış ve şimdi atalarını tanımayan bir ada.”
Bir diğeri ise “Kıbrıs nerede?” sorusuna kızarak “Biz Kıbrıs’ın nerede olduğunu nasıl bilmeyiz ya. Türk vatandaşı değil miyiz?” diye çıkıştı. “Peki nerede?” sorusuna “Nerede işte, o Rum kesiminde” diye “bilgisini konuşturdu.” Muhabirinin ısrarla “Peki hangi denizde?” diye sorması üzerine de, destek arıyormuşçasına arkadaşına dönerek, “Nerede işte, Karadeniz’de değil mi lan orası?” diye yanıt verdi.
Bir diğer vatandaş ise çok emin ifadelerle Kıbrıs’ın “Güneydoğu Anadolu’da” olduğunu belirtti. Bir de “Kıbrıs’ta askerliğini yaptığını” söyleyenler vardı. Bunlardan birisine göre Kıbrıs “Kuzeyde” bir yerde. Bir diğerine göreyse “Kıbrıs Sicilya tarafında, Sicilya Denizi’ne bağlı olması lazım.”
Bazıları kuşkusuz, “Ne yani, sokaktaki vatandaş Kıbrıs’ın nerede olduğunu bilmek zorunda mı?” diye bize kızacaktır. Fakat mesele Aysun Kayacı’nın “dağdaki çobanla benim oyum nasıl aynı olabilir?” sorusuna geliyor. Üstelik “dağdaki çoban’dan” değil, “kentteki vatandaştan” söz ediyoruz.
Her vatandaşın oy kullanma ve siyaseti etkilemeye çalışma hakkı vardır. Biz de zaten anti-demokratik bir şey önermiyoruz. Söz konusu olan demokrasi ise her bireyin oyu kutsaldır. Ancak, Türkiye’de oy kullanma hakkı olanların biraz da bilgi edinmek için çaba sarf etmeleri gerekiyor.
Böylece hem içine düştükleri acınacak durumlardan, hem de popülist siyasetçilerin yönlendirmelerinden kurtularak gerçek iradelerine göre davranma fırsatını yakalamış olacaklar.
Demokrasi aynı zamanda bireyde sorumluluk gerektiren bir yönetim biçimidir. Bu sorumluluğun hakkıyla yerine getirilmesi ise bilinç ve bilgiye dayanıyor. Aksi takdirde parsayı her zaman halkın bilgisizliğine güvenen siyasetçiler götürecektir.