AB Bakanı Egemen Bağış’ı Kıbrıs’a dair sözleri nedeniyle eleştirdim. Bugün ise kendisini katıldığım sözlerinden dolayı destekleyeceğim. Geçen hafta Brüksel’de “Türk Dernekleri Birliği”nin yemeğinde konuşan Bağış şunları söylemiş:
‘’’Avrupa Birliği hasta, girerek kimyamızı neden bozalım’ diye soru geldi, alkışladınız. ‘Türkiye Avrupa Birliği’ne gireceğine bir Asya Birliği’ne girse’ diye soru geldi, onu da alkışladınız. Çok değerli kardeşlerim o zaman siz neden Avrupa’da yaşıyorsunuz?’’
Bu benim de özellikle Almanya’da ve Hollanda’da yaşayan bazı Türkler’e çok sorduğum bir soru olmuştur. Zira ne zaman kendileriyle konuştuysam veya yazılarımda Avrupa değerlerinin önemine işaret ettiysem, “buraları bilmiyorsun” türünden tepkiler almışımdır.
Para kazandıkları, çocuklarını yetiştirdikleri, toplumsal haklarından yararlandıkları ülkelerin dilini dahi doğru dürüst öğrenmemiş, Avrupa tarihi ve kültürü hakkında ise bilgisiz oldukları söylediklerinden anlaşılan kişilerin “buraları bilmiyorsun” demesi bana hep garip gelmiştir.
Yıllarca Avrupa’da yaşamış, orada üniversiteyi bitirmiş, bir Avrupalı ile evlenip orada çocuğu doğmuş olan biri olmam bu eleştiriyi benim açımdan daha da garip kılmıştır. Fakat beni bir yana bırakıp, çevrelerinden kopuk dünyalarında, “kuşatılmışlık” duygusuyla yaşayan bu kişilerin, en azından kendi açılarından, haklı olduklarını varsayalım.
O zaman Bağış gibi, “peki bu durumda niçin yıllarca orada yaşıyorsun?” diye sormak gerekiyor. Aslında Bağış bu soruyu laf olsun diye de sormamış. “Bugün AB’de bir rahatsızlık olabilir ama (...) kişi başına düşen refahta dünyanın en önde gelen coğrafyası burasıdır, o yüzden burada yaşıyorsunuz” diyerek yanıtını da vermiş.
Ardından şunları eklemiş:
“İnsan haklarını, ifade özgürlüğünü, gıdaların hijyenini, çocuklarınızın oynadığı oyuncakların standartlarını, trafik kurallarını, vergi düzenini, işçi-işveren ilişkilerini ve bütün bunları değerlendirdiğimiz zaman AB bir değerler birliğidir. Bunun da ötesinde AB insanlık tarihinin en kapsamlı barış projesidir. AB sayesinde asırlardır birbirleriyle savaşmış olan İngilizler, Fransızlar, Almanlar barış içerisinde yaşayabiliyorlarsa Türkiye’nin katılımı o kıtasal barış projesini küreselleştirecek bir süreçtir. O yüzden AB’ye girmek istiyoruz.’’
Burada bir anekdot aktarmak istiyorum. Doğu Perinçek’in girişimiyle kurulan bir “Talat Paşa Komitesi” var. Komite, “Ermeni yalanlarını protesto etmek” amacıyla Mart 2006’de Berlin’de bir miting düzenledi. Alman polisi bunu engellemeye çalıştı, ancak miting Berlin İdare Mahkemesi’nin kararı ile gerçekleşti.
Almanya’ya gösterdik!
Tesadüfen mitingden sonra komite üyelerini Türkiye’ye getiren uçaktaydım. Gençlerden biri ile konuşurken sert bir tavırla, “Almanya yürüyüşümüzü engellemeye kalktı ama hakkımızı mahkeme kararıyla söke söke aldık” dedi. Ben de iğneleyici bir şekilde “Türkiye’de hangi mahkeme bu kararı verdi?” diye sordum.
“Kararı Türk mahkemesi değil, Alman mahkemesi verdi” dedi. “O zaman niçin ‘yürüyüşümüzü engellemeye kalktı’ diye Almanya’yı kötülüyorsun? Almanya engellememiş aksine hakkını sana teslim etmiş” diye çıkıştım. Hiç memnun olmadı zira “Almanya’ya gösterdik” havasında olduğu için konuya bu açıdan hiç bakmamış.
Aralarında sessizce neler konuştular?
Avrupa’ya ilk kez ayak bastıkları belli olan bu gençlerimiz açısından beni asıl şaşırtan aralarında sonra sessizce konuştuklarıydı. “Aman Allah’ım, o sokaklar, o caddeler ne kadar düzgün, insanlar mı yapmış bunları?” gibi şeyler söylüyorlardı. Üzüldüm çünkü yüksek sesle kötüledikleri ülkeye, alçak sesle hayranlık ifade ediyorlardı.
Fakat bunlar sonuçta Türkiye’de yaşayan ve Avrupa’yı ilk kez gören kişilerdi. Yani bir yerde mazeretleri vardı. Yaşadıkları ama uyum sağlayamadıkları için anlayamadıkları bir ülkeyi kötüleyenlerin ise böyle bir mazereti yok.
“O zaman dön ülkene” derler adama. Avrupa’da birçok Türk uyum içinde yükselirken bu kişileri anlamak gerçekten mümkün değil. Onun için bu kez Bağış’a katılıyorum.