ABD Irak’ı işgal ettikten sonra ortaya attığı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Saddam Hüseyin’i devirmiş olması nedeniyle bölge halklarının kendisini coşkuyla karşılayıp kucaklayacağı ve Washington’un güdümünde demokrasiye yönelecekleri iddiasına dayanıyordu.
En azından projenin popülist sunumu böyleydi. Yoksa bunun aslında Amerikan’ın çıkarlarına hizmet etmeyi amaçlayan bir girişim olduğu apaçık ortadaydı. Bu yüzden de BOP sonuç getirmedi, bölge ise Irak işgalinden bu yana daha da büyük istikrarsızlığa sürüklendi.
Özetle, bu projenin sonuç getirmemesinin başlıca nedeni, bölgedeki siyasi dinamiklerin, özellikle de İsrail’i destekleyen ve Arap olmayan Batılı bir dış güç tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yönetilmeye çalışmasıydı.
ABD dinamikleri kaçırdı
Bugün ise BOP daha çok komplo teorisyenlerin hayalinde yaşayan bir şey olarak ortada duruyor. Yoksa ABD bölgede yönetmeye çalıştığı siyasi dinamikleri Arap baharı ile elinden kaçırdı.
Bırakın bölgeye demokrasi getirmeyi, Washington bugün bölgedeki çıkarları için artık, demokrasi ile yakından uzaktan ilgisi olmayan Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ülkelerden açık açık medet umuyor.
ABD açısından bu denklemin önemli bir diğer halkası ise, elbette ki, “demokrasi” iddiasına en yakın duran ülke olan Türkiye. Ancak burada hemen “Türkiye’nin Washington’un icazetinde olduğu” varsayımını çıkarmak da hatalı olur.
Çünkü Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun geçen hafta Meclis’te muhalefetin sorularını yanıtlarken söylediği sözler, Ankara’nın da kendisine has BOP hayalleri içinde yüzdüğünü ortaya koydu.
Davutoğlu’nun, “Türkiye olarak bundan sonra Ortadoğu’da değişim dalgasını yöneteceğiz. Bu değişim dalgasının öncüsü olmaya devam edeceği” veya “Zihnimizde nasıl yeni bir Türkiye iddiası varsa, yeni bir Ortadoğu iddiası da var” sözleri de zaten bunu yeterince ortaya koyuyor.
Arap Baharı ile ortaya çıkan ve Ankara’nın da beklemediği gelişmelerin, Türkiye’nin Ortadoğu’daki siyasi dinamikleri yönetme kapasitesini ciddi şekilde sorgulamamıza neden olduğu aşikar. Ayrıca, Irak, İran ve Suriye iktidarlarıyla gelinen olumsuz noktaların da Davutoğlu’nun büyük vizyonu çerçevesinde izaha muhtaç olduğu açık.
Avantaj kalkmıyor mu?
Fakat burada asıl sorulması gereken şudur. ABD’nin müdahalelerine bu kadar direnç gösteren bir Ortadoğu’nun Türkiye’nin siyasi müdahalelerine açık olacağını neye göre varsayabiliriz? “Türkiye hem Müslüman, hem de İsrail karşıtı, onun için büyük avantajı var” denebilir tabii.
Fakat Başbakan Erdoğan’ın kısa bir süre önce Katar’da, Suriye bağlamında, söylediği gibi, “Türkiye’nin sınırları aynı zamanda NATO’nun sınırları” ise, NATO da -özelikle Afganistan’daki varlığı nedeniyle- Müslüman ülkelerde “İsrail yanlısı Batı’nın silahlı gücü” olarak kabul ediliyorsa, bu avantaj ortadan kalkmıyor mu?
Kaldı ki, bu sorun olmasa bile, bölge halklarının Türkiye’nin Davutoğlu’nun ortaya koyduğu türden müdahalelerine razı olacakları ne malum? Bir de tabii, Iran ile Şiilerin nüfusun ağırlıklı bölümünü temsil ettikleri Irak’ın yansıra, bölgesel emelleri olan Rusya’nın bu tür müdahalelere izin verecekleri ne malum?
Hayalperest bir sevda
Tam aksine, Ortadoğu genelinde Türkiye’nin kontrolü dışında yaşanan gelişmeler, ayrıca -Irak’taki Kürt yönetimini bir yana bırakırsak- komşularla yaşanan ciddi sorunlar, Davutoğlu’nun ortaya attığı “vizyonun” hayalperest bir sevdadan ibaret olduğunu ortaya koymuyor mu?
Türkiye her şeyi aynı zamanda birden olamaz. Hem “sınırlarımız NATO sınırlarıdır” diyeceksiniz, hem BOP benzeri projelere soyunacaksınız, hem de bunun bölge halkları tarafından, Ankara’ya Ortadoğu’daki siyasi dinamikleri yönetme yeteneği sağlayan bir şekilde, kabul edilmesini bekleyeceksiniz.
Hiç kimse kusura bakmasın ama bu denklemde bir hesap hatası varmış gibi geliyor bize. Sadece hesap hatası değil, aynı zamanda Türkiye’nin hangi dünyaya ait olduğuna dair bir kimlik bunalımı yaşıyormuş gibi bir izlenim de çıkıyor ortaya.