Hiç kimse kusura bakmasın ama Hocalı katliamının 20 yıldönümü için pazar günü Taksim’de yapılan “dev miting” ile milletçe dünya önünde küçük düşürüldük. Üstelik bu, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in de orada bulunması ve sert bir konuşma yapması nedeniyle, hükümetin katkısıyla oldu.
Öyle anlaşılıyor ki AKP iktidarı için popülizm olanağı sağlayan hiçbir fırsat kaçırılmaya gelmiyor. Oysa, Hocalı’da gerçekleşen acımasız katliamı beşeri değerlerle bağdaşan uygar bir şekilde anarak, hem bu insanlık dışı olayı dünyaya anımsatmak, hem de Türklerin insani yüzünü göstermek açısından ele altın fırsat geçmişti.
Ancak bu fırsat, yabancı ajanslar tarafından dünyaya servis edilen ve “Hepiniz Ermenisiniz, hepiniz piçsiniz!” türünden pankartlarla bezenmiş olan kin ve nefret dolu görüntülerle heba edildi. “Türklük” adına bazıları Türkleri böylece yine cümle âleme acımasız ve kindar bir millet olarak lanse ettiler ki bunu hak ettiğimizi sanmıyorum.
Bundan beş yıl önce vahşice öldürülen Hrant Dink’e ve dostlarına Taksim’de pazar günü hakaretler düzülürken, katillerini yücelten “beyaz bereliler” tarafından ortaya koyulan manzara da zaten manidardı. Bu manzara bile o mitingin, Hocalı’yı anmaktan çok “içerde birileriyle hesaplaşma” güdüsüyle motive olduğunu göstermeye yetti.
Hasan Cemal’in dünkü yazısında belirttiği gibi “Taksim Meydanı’ndaki Hocalı Katliamı mitinginde milliyetçiliğin, ırkçılığın, nefret söyleminin bütün olumsuzlukları ortalığa saçılmıştır. Barışın değil savaşın dili meydana hâkim olmuştur.”
Öte yandan, ülkenin güvenliği ve istikrarından sorumlu olan İçişleri Bakanı’nın, şablon ifadeler haline gelmiş olan “Türk milletinin yüreği ve gönlü sevgi doludur” sözlerini sarf ettikten sonra, “Ama yüreği bir olan Türk milletinin aynı zamanda gerektiğinde yumruğu da birdir” sözleriyle “nefret amigoluğu” yapması ayrıca vahimdir.
Oysa bu mitingden sadece birkaç gün önce, Almanya’da neo-Naziler tarafından öldürülen Türkler için devletin ve hükümetin en üst kademede temsil edildiği ve ülke çapında bayrakların yarıya indirilip saygı duruşunda bulunulduğu bir “insanlık örneği“ yaşanmıştı. Hocalı için de Taksim’de vakurlu ve insanlık açısından anlamlı bir anma töreni yapılabilirdi.
Bu vesileyle, milliyetçilik, ırkçılık ve nefret söyleminin lanetlendiği Berlin’deki törenin bizde “beyaz bereliler” tarafından niçin sinik ifadelerle küçümsendiği, Taksim mitinginden sonra daha iyi anlaşılıyor. “İnsanlık dili” bazı kesimlere hâlâ zül geldiği için, görüldüğü yerde yerilmesi gerekiyor.
Fakat işin hükümet tarafından hesaba katılmayan vahim bir yanı daha var. Taksim mitingi, Fransız Anayasa Mahkemesi’nin, Ermeni soykırımı inkâr yasası ile ilgili kararını vermesinin beklendiği bir sıraya rastladı. Paris Büyükelçimiz de bunun için elinden geldiğince perde arkasında sessiz fakat yoğun bir çalışma yürütüyordu.
Bu durumda şunu merak ediyorum: Bir Fransız yetkilisi çıkıp da, “Sayın Büyükelçi, hepsi tamam da, Fransa’yı bu yasayla düşmanlığı ve kini körüklemekle suçluyorsunuz. Peki, İçişleri Bakanınız tarafından Taksim’de yapılan nedir?” diye soracak olsaydı, Büyükelçimiz ne yanıt verecekti?
Neyse ki Fransa’da hem hukuk, hem de akıl üstün geldi ve Anayasa Mahkemesi Ermeni soykırımını inkâr edenleri cezalandırmayı öngören yasayı iptal etti. Temennimiz aklın bizde de duygulara üstün gelmesidir.
Hocalı’yı insanlık adına hiç unutmadan her yıl anmamız gerekiyor. “Benim katliamım, senin katliamın” olamaz. Vahşice öldürülen masum insanlara karşı asgari saygının gereği budur. Ama bu anma törenleri Türkiye’de kin ve nefret ortamını daha körükleyerek, bazılarıyla hesaplaşmak için bir fırsata dönüştürülüyorsa, bunun “Hocalı’yı anmakla” bir ilgisi olamaz.
Artık kapalı bir kutuda değil, dünyanın gözü önünde yaşadığımızı anlamanın zamanı geldi.