Türkiye’nin eksen kaydırıp kaydırmadığına ilişkin tartışmalar Lizbon’da 19 Kasım’da yapılacak NATO zirvesi öncesinde tekrar canlanıyor. Batılı yetkililer açık konuşmalarında diplomatik davranarak “Türkiye tabii ki eksen kaydırmıyor” demeye devam ediyorlar. Ancak “kayıt dışı” konuşmalarından ortaya çıkan görüntü biraz farklı.
AKP’nin Türkiye’yi nereye götürdüğünü anlamaya çalışan Obama yönetimi, bu muammayı çözebilmek için Ulusal Güvenlik Konseyi’nde özel bir “Türkiye masası” bile kurmuş.
Bu arada Batılı muhataplarımızın söylediklerine bakılırsa, Türkiye Batı’dan uzaklaşmadığını söylese de, Batı kritik konularda Türkiye’den uzak durmaya başlayabilir. Ankara’nın BM’de İran ve İsrail konularında Batılı ülkelerin desteğini alamaması da bu açıdan sırıtıyor.
Öte yandan, Türkiye’nin Lizbon zirvesinde Batı tarafından “sınanacağına” dair işaretler de gelmeye devam ediyor. Rusya’nın, küçük adımlarla da olsa, füze kalkanı konusunda NATO ile bir uzlaşmaya doğru ilerlemesi, bu arada Almanya, Fransa ve İngiltere gibi kilit NATO üyeleriyle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin de bu projeyi desteklemeleri Ankara’nın işini daha da zorlaştırıyor.
Başta Fransa olmak üzere bazı ülkelerin, İran’ın NATO tarafından “tehdit” olarak resmen zikredilmesini istemeleri ise Türkiye’yi ayrıca kontrpiyede bırakacağa benziyor. Ankara’nın “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” nde, İran’dan söz etmezken, İsrail’i “ana tehdit unsuru” olarak kayda geçirdiğine dair Batı basınında yayılan haberler de Türkiye için sıkıntı yaratacak niteliktedir.
Batı medyasının, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamalarının yanı sıra isimleri verilmeyen “Türk yetkililerine” dayanarak yazdıklarına bakılırsa, Ankara’nın Lizbon’da en az zararla sıyrılmak için uygulayacağı formül aşağı yukarı belli.
Buna göre Türkiye, İran’dan söz etmemesi koşuluyla, NATO’nun “Yeni Stratejik Konsept” belgesini kabul edecek, füze kalkanı projesine ise katılmayacak.
Ankara’nın bu yaklaşımıyla sergileyeceği “çekingenliğin” Batı’da yine de “not edileceği” belirtiliyor. Öte yandan, NATO’nun resmi belgeleri İran’ı zikretmese de, ittifak üyelerinin sürekli olarak İran’dan “ana tehdit” olarak söz etmeleri de Türkiye’yi sıkıntıya sokacaktır.
Sonuçta, Türkiye ile NATO üyelerinin çoğu arasında bu konuda ciddi bir “stratejik uyuşmazlığın” söz konusu olduğu açık. Bu arada Başbakan Erdoğan’ın, Nisan 2009’da yapılan NATO zirvesinde, Danimarka eski başbakanı Anders Fogh Rasmussen’in Genel Sekreterliğine son dakikaya kadar karşı çıkması da unutulmuş değil.
Washington’daki söylentiye göre, o olayda sıkıntılı anlar yaşayan Başkan Obama, danışmanlarına, “Lizbon’da beni Erdoğan ile müzakere etme durumunda bırakmayın” diyormuş.
Özetle, AKP iktidarı sıcak baktığı İran’daki rejim ile, giderek soğuk ve mekanik bir şekilde olsa bile, ilişkilerini sürdürmek zorunda olduğu Batı arasında sıkışıp kaldı. Ankara sonunda, ince ve nüanslı bazı diplomatik çözümler üretemezse, iki tarafa da yaranamama, bu arada evdeki bulgurdan olma durumuyla karşı karşıya kalabilir.
Türkiye’nin uluslararası etkinliğinin artmakta olduğundan kimse şüphe etmiyor. Ancak Ankara, bağlı olduğu uluslararası oluşumlarda, çoğunluğun desteklediği konularda, ters yöndeki arzularını kabul ettirme gücüne henüz sahip değil.
Lizbon’da ne çıkacağını kestirmek zor. Fakat hükümet özellikle füze kalkanı konusundaki tutumunda kararlı görünüyor. Türkiye Lizbon’da, müttefikleri arasında genel kabul gören stratejik planlara dahil olmak, ya da temel mantığına katılmadığı bu planların kilit unsurlarından uzak durmak arasında bir seçim yapmak zorunda kalacağa benziyor.
Cumhurbaşkanı Gül Başkanlığında Cuma Günü yapılan “NATO’ya hazırlık zirvesinden” bu konuda hangi kararın çıktığını bilmiyoruz. Ancak Türkiye’nin kararı ne olursa olsun, bunun yankılanacağı şimdiden görülüyor.