Suriye Türkiye için bir açmaza dönüştü. Bu arada Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın bazı açıklamaları, gazetelerin “Sınırda Kan Aktı” türünden çarpıcı manşetleriyle birleşince, vatandaş, “ne oluyor, savaşa mı sürükleniyoruz?” diye endişelenmeye başladı.
Erdoğan’ın açıklamalarından, Ankara’nın BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye için yeni bir süreç başlatmasını istediği net bir şekilde ortaya çıkıyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu da kuşkusuz, Güvenlik Konseyi daimi üyeleri nezdinde bunun için yapılacak girişimlere nezaret etmek üzere Çin ziyaretini kısa kesip Ankara’ya dönme kararı aldı.
Davutoğlu’nun Ankara’ya dönüşünün bir diğer nedeni de, kuşkusuz, muhalefetin “sınırda kan akıyor dışişleri bakanı Çin’de geziyor” türünden eleştirilerinin önünü kesmek olduğunu da tahmin etmek güç değil. Ancak gelinen noktada önemli olan bu değil.
Önemli olan, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ni Suriye konusunda yeni bir süreci başlatması için ikna edip edemeyeceğidir. Ancak, Suriye’deki durum, insani açıdan ne kadar kabul edilemez, Türkiye açısından ise ne kadar endişe verici olursa olsun, Ankara’nın bu konuda başarılı olma şansı zayıf görünüyor. Bunun en büyük nedeni ise Rusya.
Moskova Esad’ı terk etmeyeceğini, Esad -kendisinin de kabul edeceği bir formül ile- gitmeye razı edilse bile, Baas rejimini terk etmeyeceğini artık kuşkuya mahal vermeyecek şekilde gösterdi. Bunu Rusya’nın “Esad aşkına” veya “Baas sevdasına” bağlamak da hatalı olur.
Moskova şu anda Washington ile bölgede bir güç mücadelesi içinde. Türkiye’ye askeri açıdan zaten yerleşmiş olan ABD’nin, özellikle Katar ve Suudi Arabistan’daki devasa askeri varlığı da Moskova’yı ciddi şekilde rahatsız ediyor.
Arka plandaysa Moskova’nın, Libya’da ABD ve AB tarafından kandırıldığı hissi var. Ruslar aynı zamanda Washington’u cumhurbaşkanlık seçimleri sırasında Rusya’nın iç işlerine karışmakla suçluyorlar. Onun için “dış müdahale” konusuna karşı ciddi bir alerjileri var ki bunu Çin de paylaşıyor.
Özetle Suriye meselesi Suriye’nin sınırlarını çoktan aştı ve küresel bir soruna dönüştü. Öte yandan, ABD ve Batı’nın -başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere- “Sünni güçlere oynadığını” gören Moskova da, İran’ın liderliğine soyunduğu “Şii eksenine” oynuyor.
Bu sütunda defalarca söylediğimiz gibi, Esad da bu durumu son derece akıllıca ve sinsice kullanmaya devam ediyor. Hal böyle olunca, Ankara, başından beri sevmediği, “Annan Planı”nı “ölü” ilan etmek istese de, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Suriye Dışişleri Bakanı Muallim ile dün Moskova’da yaptığı görüşme sırasında Moskova’nın bu plana bağlılığını teyit etti. Muallim de, oyunun bir parçası olarak, Lavrov’un yanında söz konusu planı uygulamaya başladıklarını söyledi.
Bu da Moskova’nın işi Ankara’nın istemediği diplomatik mecrada tutması için yeterli.
Kaldı ki, Esad’a ne kadar kızarlarsa kızsınlar, ABD ve AB de Annan Planı’nı “ölü” ilan etmeye henüz hazır değiller. Bu ortamda Türkiye’nin Suriye için istediği uluslararası müdahaleye BM’den onay gelmesi mümkün görünmüyor.
Suriye’ye bir dış müdahale karşısında Rusya’nın Şam rejimini daha da kararlı bir şekilde destekleyeceğini, Tahran’ın da Moskova ile birlikte hareket edeceğini varsayan ABD ve AB bu tür bir müdahale konusunda da çok hevesli görünmüyorlar açıkçası.
Ancak, ola ki AKP iktidarı buna rağmen Suriye’ye Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte müdahale etmeye kalktı, bu Türkiye açısından bir arı kovanına çomak sokmaktan farklı olmayacaktır.
AKP’ye yakın bazı yazarlar bir Türkiye-Suriye savaşı temenni ediyormuşçasına yazılar yazıyor olsalar da, Ankara’nın son derece ihtiyatlı ve her adımını tartarak ve büyük bir dikkatle atması gerektiği bir aşamadan geçiyoruz.
Ortadoğu’nun Türkiye açısından ne denli ciddi bir “siyasi mayın tarlası” olduğu yaşanan gelişmelerle görülüyor. Ortasında yakalanmış birisini kurtarmak için olsa bile, mayın tarlasına paldır küldür girilemeyeceğini herkes bilir.