Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yunanistan’dan yansımaya başlayan fukaralık görüntüleri inanılacak gibi değil. Ne de olsa gözlerimizin önünde eriyip giden, sonuç itibarıyla, bir “AB üyesi.” Batarken Birliğin gerisini de beraberinde götürme korkusu ise şimdi bu ülke için ekonomik (ve dolayısıyla siyasi) egemenliğin sonu anlamına gelen fikirlerin ortaya atılmasına yol açıyor.
Yunan ekonomisinin yönetiminin AB’ye transfer edilmesi yönündeki Alman önerisi, pazartesi günü yapılan AB zirvesinde aslında pek tutmadı. “Ulusal egemenlik” kavramını her zaman ön planda tutan Fransa da buna karşı çıktı. Yunanlılar ise, doğal olarak, “aşağılayıcı” olduğu için bunu şiddetle reddettiler.
Ancak sorun ortadan kalkmış değil. AB içinde Yunan ekonomisinin Brüksel’den yönetilmesine sıcak bakanlar hâlâ var. Bunlardan biri de İsveç. Birkaç ay önce, Finlandiya hükümetinin davetlisi olarak Helsinki’ye yaptığımız ziyaret sırasında da, “ekonomi yönetiminin, kural tanımayan tembel Yunanlılara bırakılamayacak kadar ciddi bir konu olduğunu” söyleyen yetkililerle karşılaştık.

Hoşlanmayan ülkeler çıkabilir
Pazartesi günkü AB zirvesinde 25 üye ülkenin oyu ile kabul edilen “Mali Sözleşme” ve kurulmasına karar verilen “Avrupa İstikrar Mekanizması” da aslında bütçe kurallarına uymayan üyelere müdahaleyi öngörülüyor. Onun için bu “egemenlik kaybı” meselesi masadan kalkmış değil.
Tabii şu da var. AB, doğası itibarıyla, egemenliğin Brüksel’e kademeli olarak transfer edildiği bir mekanizmadır. Ancak işin püf noktası, bu egemenlik transferinin “gönüllü” olmasıydı. Şimdi söz konusu olan ise, isteseler de istemeseler de mali kurallara uymayan üye ülkelere müdahale edilmesine olanak veren bir modeldir. İngiltere ve Çek Cumhuriyeti bu nedenle AB zirvesinde alınan kararları kabul etmediler.
Aslında söz konusu olan bir “birlik” ise, o zaman üyelerin de “birlik ruhu” ile hareket etmeleri gerekiyor. Bir üye bunu yapamıyorsa ve bu nedenle de diğer üyeler için sorunlar yaratıyorsa, o zaman “birliğin” o üyeye müdahalesi zorunlu görünüyor. Bu durumdan hoşlanmayan ülkeler her zaman AB’den çıkabilirler.
Ancak, içine düştükleri felaket duruma rağmen, Yunanlılar ne AB’den, ne de Euro’dan vazgeçmek niyetindeler. Fakat açmazları da burada başlıyor. AB’de kalacaklarsa kurallarına uymak zorundalar Uymazlarsa siyasi müdahaleler ve yaptırımlarla karşılaştıklarında şikâyet etme hakları yok.

O imajı silmeleri gerekiyor
Yunanlıların Euro konusunda da ciddi sorunları var. BBC’ye göre Euro’ya girdikleri 2001 yılından bu yana Yunanistan’daki işgücü birim fiyatı (maaşlar) Almanya’ya oranla yüzde 32 artmış. Yani, Almanya ile karşılaştırılamayacak kadar düşük bir üretim kapasitesi olan Yunanistan’da, Euro’ya girildikten sonra insanlar birdenbire Almanlar kadar “zengin” olmuşlar.
Bunun hayali bir zenginlik olduğu şimdi görülüyor tabii. Ancak, sağladığı avantajlar için Euro’da kalmak isteyen Yunanlılar, bunun için ne yapmaları gerekeceğini pek kavramış gibi değiller. Her şeyden önce sahte zenginlikten sıyrılmaları, başka bir ifadeyle yaşam standartlarında, bazı hallerde Türkiye’nin bile gerisinde olan düşüşlere razı olmaları gerekecek.
Ayrıca, kemer sıkma politikaları uğruna, ciddi bir işsizlik oranına katlanmaları gerekecek. Kamu sektöründe yüz binleri etkileyecek tensikatlardan söz edilmeye başlandı bile. Dahası, üretime geçip para kazanarak ulusal borçlarını ödemelerini sağlayacak bir yapıya kavuşmaları için, Yunanlıların “Avrupai” düşünce kalıpları ve davranış biçimleri geliştirmeleri gerekecek.
Özetle, Avrupa’da ortaya çıkmış olan “üretmeden yan gelip yatan tembel Yunanlı” imajını silmeleri gerekecek. Sonuçta yüzyıllara dayanan “Yunan sevgisi,” entelektüel Avrupalılarda hâlâ canlı olsa bile, “Ben çalışacağım, o yiyecek, öyle mi?” diye soran sokaktaki adam açısından geçerli değil.
Yunanlılar da, tabii, bu vesileyle “dost” saydıkları bazı Avrupalı ülkelerin “gerçek yüzlerini” görmüş oldular. Bu koşullarda, tekrar eşit bir AB üyesi olması ve ekonomik açıdan düze çıkması yıllar alacağı artık kesin olan komşunun işi gerçekten zor görünüyor.