Kıbrıslı Türklere biz “Türkiyeliler” hep aynı gözle baktık. Türkiye canını kanını feda edip kendilerini Rumlardan kurtardı. Bu nedenle Türkiye’ye müteşekkir olmaları ve bunu her fırsatta göstermeleri gerekiyor. Bunu yapmayan ise “nankör haindir.”
Başka bir ifadeyle, Kıbrıslı Türklerin “Türkiyelilerden” farklı olan hisleri, beklentileri, arzuları ve hedefleri olamaz. Güvenliklerini sağlayan ve ekonomilerini bugüne ayakta tutan Türkiye tarafından “kurtarıldıklarına” göre, uslu uslu oturup Ankara için hiçbir sorun yaratmamaları gerekiyor.
KKTC’yi sadece 2010’da dört kez ziyaret eden, son 25 yıldır kaç kez ziyaret ettiğini ise bilmeyen biri olarak, bu basit formülün ilelebet yürümeyeceğini, Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasında çeşitli düzeylerde sorunların yaşanmasının adeta mukadder olduğunu uzun zamandır hissediyoruz.
Özetle, büyük bölümü Batılı toplumlar ile bir şekilde irtibatlı olan Kıbrıslı Türklerin, eğitim, demokratikleşme bilinci, örgütlenme ve sendikalaşma açısından Türkiye’deki ortalamaların ilerisinde olduklarını görüp, kendilerine özgür beklentileri olabileceğini hiç hesaba katmadık.
Bu durumun özellikle Türkiye’den gelen “yerleşimcilerin” sayısının hızla artmasıyla eninde sonunda su yüzüne çıkacağını da geçmişte çok yazdık. Hatta Annan Planı sürecinde, “Kıbrıslı Türklerin ilerde Türk büyükelçilikleri önünde gösteri yapmaları halinde kimse şaşmasın” diye de yazmıştık ki, son gelişmeler bizi bu açıdan sanki doğrular niteliktedir.
Bugün KKTC’de ne yazık ki bir yanda “Türkiyelilerden”, diğer yandaysa Kıbrıslı Türklerden oluşan iki paralel toplum var. Kendi deneyimlerimize dayanarak söylersek, bunların arasında çok büyük sevgi bağlarının olduğunu söylemek de güç.
Bunları söylerken, demokratik bir gösteri olsa bile, KKTC’de Türkiye’ye hakaret içeren pankartlarla sokaklara dökülenleri tasvip ettiğimiz anlamı çıkarılmamalı. Aynı şekilde, Türkiye’de çoğunluğun hissiyatını yansıtsa bile, Başbakan Erdoğan’ın Kıbrıslı Türklere “Sen kimsin be adam. Ülkemizden beslenenlerin bu yola girmesi manidardır” çıkışını da tasvip ettiğimiz sanılmasın.
Aksine bu tepkinin yeterince zor olan bir durumu daha da zora soktuğunu söyleyebiliriz. Bunu KKTC’deki tüm partilerin, farklı derecelerde olsa bile, Erdoğan’a karşı tepkide birleşmelerinde görüyoruz. 28 Ocak’ta adada yapılan mitingde Ankara’yı kızdıran pankartları açanlar azınlıkta olsalar bile, Erdoğan’ın “besleme” suçlaması tüm Kıbrıslı Türkleri aynı anda rencide etmiş bulunuyor.
Bu arada KKTC’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun bu tartışmalar çerçevesinde maaşını kamuoyuna açıklamak zorunda bırakılmış olmasını da açıkçası Kıbrıslı Türkler açısından aşağılayıcı buluyoruz. Başbakan Erdoğan’ın, Kıbrıslı Türkleri azarlamak yerine bu insanların neden bu noktaya itildiklerini anlamaya çalışmasının çok daha yararlı olacağı aşikâr.
Bu arada 28 Ocak’ta yapılan mitingin Rum tarafından Türkiye’ye karşı bir “koz” olarak nasıl kullanılmaya çalışıldığını, bu çabanın Erdoğan’ın sert açıklamasından sonra nasıl arttığını da görüyoruz. Öte yandan Kıbrıs sorunu çözümsüz kaldıkça, Ankara’nın KKTC’ye yüklediği “ekonomik kemer sıkma paketi” nedeniyle Türkiye’ye tepkili olan Kıbrıslı Türklerin de fazla seçenekleri yok.
Bu çözümsüzlüğün asıl kimden kaynaklandığı ise 2004 yılında görüldü. Yok, söz konusu Kıbrıslı Türkler, “Türkiye gitsin Rumlarla güvenli ve mutlu bir şekilde iç içe yaşarız” diyorlarsa ortada ciddi bir “gerçekleri görememe” durumun söz konusu olduğunu da kabul etmeliyiz.
Bunun ilk nedeni, Kıbrıslı Türklerin Rumlar ile ne denli “güvenli” bir şekilde iç içe yaşayabileceklerinin tartışmalı olmasıdır. İkincisi ise Ankara’nın sadece “Kıbrıslı Türklerinin güvenliği” ile ilgili olmaması, aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki hayati stratejik çıkarlarını koruyor olmasıdır.
Bu nedenle “Türkiye adayı terk et, bizi rahat bırak” söylemi gerçeklerle pek uyuşmuyor. Ancak Ankara’nın da Kıbrıslı Türklere kulak vermesi zorunlu görünüyor.