Türkiye’nin önümüzdeki dönemde yeni bir sınavla karşı karşıya kalacağı anlaşılıyor. Batılı “müttefiklerimiz” de bu konuyu Türkiye açısından bir “aidiyet testi” olarak gördüklerine dair sinyaller veriyorlar.
Burada tabii ki İran’ın nükleer iddialarından söz ediyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, meselenin İran’a karşı yaptırım talebiyle Güvenlik Konseyi’ne gelmesi halinde, Türkiye yine Çin’in başında bulunduğu küçük bir muhalif grupla birlikte hareket edecek.
Belki bu ülkeler gibi tasarıya karşı oy kullanmayacak. Nitekim konuyla ilgili yapılan son oylamada da çekimser kalmıştı. Ama “çekimser” kalmakla müttefiklerinin şu anda İran konusunda oluşturmaya başladıkları ortak pozisyon ile ters düşmüş olacak.
Ankara istediği kadar, “yaptırım olmasın, sorun diyalog ile çözülsün” desin; gelişmeler bunun aslında güç olduğunu gösteriyor. İran’daki yönetimin yaşanan iç karışıklık nedeniyle sertleşiyor olması da işi zorlaştırıyor.
Bu arada Türkiye’nin girişimlerinin İran üzerinde fazla bir etki yaratmadığı görülüyor. Tahran’ı daha uzlaşmacı olması konusunda ikna etmesi Türkiye’nin itibarını elbette ki arttıracaktır. Ancak bunun gerçekleşeceğine dair fazla işaret yok şu anda.
Diplomatlarımız yine de, Türkiye’nin Tahran’ı ikna etmek için “özel kanallardan çalıştığını” vurguluyorlar. Washington ile Batı arasındaki temasların da Ankara üzerinden sürdüğünü belirtiyorlar.
Fakat burada esas olan bazı sonuçların alınmasıdır. Bu açından bakıldığında dışarıya yansımış fazla bir sonuç görülmüyor. Bu arada İran ile Batı arasındaki tansiyon da giderek artıyor.
Bu arada, Batılı diplomatlar arasında Türkiye’nin buradaki konumunu sorgulayanlar da var. Ankara’nın, giderek despotlaşma eğilimleri gösteren Ahmedinecad rejimine adeta önkoşulsuz destek vermesine anlam veremiyorlar.
İran’ın kendi çıkarları açısından gerekli açılımları sağlaması halinde Türkiye’yi anında unutacağını savunanlar bile var. Bunlar, Türkiye’nin İran için öneminin, BM Güvenlik Konseyi’nde Tahran’a uygulanan baskı ile orantılı olduğunu söylüyorlar.
Başka bir deyişle, İran’ın Türkiye’ye atfettiği önemin, Ankara’nın İran’a, Batı’ya karşı destek sağlamasına bağlı olduğunu savunuyorlar. Bugüne kadar da bu desteği sağlamışa benziyor.
Öte yandan, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, çeşitli açıklamalarıyla yaratmaya çalıştığı “uzlaşmacı kişi” görüntüsüne rağmen, dünyaya meydan okumaya devam ediyor. Nitekim dün uranyumun yüzde 20 oranında zenginleştirilmesi için talimat verdiğini dünyaya ilan etti.
Yani bir yandan “uzlaşmacı tavır” sergilerken, diğer yandan “aba altından sopayı göstermeyi” ihmal etmiyor. Fakat ilgili ülkelerle örgütlerin Tahran ile bu konuda bir “bezirgân pazarlığına” girmeye niyetleri pek yok.
Ortak pozisyonları da giderek netleşiyor. Samimi ise o zaman Ahmedinecad’ın önerilerini Viyana’daki Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA) yazılı olarak iletmesini istiyorlar.
Ahmedinecad’ın açıklamaları herhangi bir sonuca işaret etmese de, bunlar Ankara’da yine de “iyi niyet göstergeleri” olarak savunuluyor. Bu da tabii ki Tahran’ı çok memnun ediyor.
Öte yandan, İran’ın balistik füze denemeleri ve bunlara karşı tedbir alacak bölge ülkelerine gönderdiği örtülü uyarılar da arka planda duruyor. Ankara ise bu konuda fazla ses çıkarmıyor.
Fakat ABD Savunma Bakanı Gates’in Ankara’da “füze kalkanı” konusunu gündeme getirmesi, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde bu konuda da kritik bazı kararlarla karşı karşıya kalacağını gösteriyor.
Özetle, gelişmelere bakılacak olursa, hükümetin İran’a verdiği destek Ankara’nın başını biraz ağrıtacağa benziyor. Türkiye’nin kendi müttefikleri arasında İran konusunda yalnız kalmasının ise bazı sonuçları olacağı kesin.
Batı medyasında çıkan haberlerle yorumlarda da bunun artan bir şekilde vurgulanmaya başlaması ise dikkat çekiyor.