Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Kürt sorununa çare ararken 30 yıl boyunca ayrılıkçı IRA terörü ile boğuşan İngiltere’nin bu işin üstesinden nasıl geldiğine daha yakından bakmaya başladık. Hasan Cemal’in yerinde yaptığı araştırma bu açıdan önemlidir. Hükümetin de konuyla ilgilendiğine dair haberler çıktı.
O çalkantılı dönemde 10 yılını İrlanda’da geçirmiş biri olarak IRA sorununun çözümünün hiç de kolay olmadığını söyleyebiliriz. Sonda yapılanlar başta yapılabilseydi binlerce ölüm önlenebilirdi. Ancak gerçekçi seçeneklerin ele alınması için kanın 30 yıl boyunca akması gerekti.
İngiltere’nin IRA terörünün üstesinden nasıl geldiğini anlamak için, Tony Blair’in iktidara geldiği 1997 yılında ilk işe koyulduğu ve 1999 yılında yürürlüğe giren “Kutsal Cuma Anlaşması” ile sonuçlanan sürecin bazı özelliklerini anlamak gerekiyor.
Her şeyden önce İngiliz hükümeti cesur bir kararla, örgütün siyasi kolu sayılan Sinn Fein partisi yoluyla IRA ile müzakerelere girdi. Bunun bizdeki karşıtı BDP aracılığıyla PKK ile müzakeredir.
IRA terörüne binlerce kurban veren Kuzey İrlanda ve İngiltere’de bu çok zor hazmedildi. Ancak Katolik IRA’nın, sadece teröre son vermesi değil, aynı zamanda silahlarını da teslim etmeye razı edilmesi sonucunca, Kuzey İrlandalı Protestanlarla İngilizler de “yeter ki barış olsun” anlayışı ile razı oldular.
Bu arada İngiltere ve İrlanda Cumhuriyeti de Kuzey İrlanda hakkında siyasi atışmayı bırakıp beraber çalışmaya karar verdiler. İki ülke aynı zamanda dışarıdan bir arabulucu kabul ettiler. Bu kişi Amerikan Kongresi’nin kıdemli eski üyelerinden Senatör George Mitchell’dı.
Özetle, İngiltere “bu benim iç işimdir, başkası karışamaz” demedi. Bu durumun bizdeki muadili ise Ankara’nın Erbil yönetimi ile işbirliği yapması ve çözüme katkıda bulunması için dışarıdan bir arabulucuyu kabul etmesidir.
Nihai çözüm ise -bir radikal Protestan partisi hariç- Kuzey İrlanda’daki tüm partilerin kabul ettikleri “Kutsal Cuma Anlaşması”nda kodifiye edilen yaklaşımla oldu. Bu ilginç belge incelendiğinde varılan anlaşmada tüm tarafların siyasi haklarının saklı tutulduğu görülüyor.
Böylece İngiltere’nin Kuzey İrlanda üzerindeki egemenlik hakkı ve bölgedeki çoğunluk Protestanların İngiltere’ye bağlı kalma arzuları kabul ediliyor. Ancak, İngiltere’den ayrılıp “ana vatana” yani İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlanmak isteyen -ki IRA terörünün amacı buydu- Kuzey İrlandalı Katoliklerin “kaderlerini tayin etme” hakları da teslim ediliyor.
Peki böyle çelişkili bir durumdan çözüm nasıl çıktı? Her şeyden önce Katoliklerin istediği “Birleşik İrlanda” için hem Kuzey İrlanda’daki, hem de güney İrlanda’daki (yani İrlanda Cumhuriyeti’ndeki) çoğunluğun bunu istemesi koşulu var. Ancak bu da tek başına yetmiyor.
Protestanların çoğunlukta oldukları Kuzey İrlanda’da da çoğunluğun, güney İrlanda ile İngiltere’den bağımsız olarak, İrlanda Cumhuriyeti’ne bağlanmaya razı olmaları gerekiyor.
Özetle, söz konusu anlaşma hem İrlanda’ya bağlanmak isteyen Katoliklere, hem de İngiltere’ye bağlı kalmak isteyen Protestanlara kendi arzuları doğrultusunda siyaset yapmalarının meşruluğunu tanıdı. Buna karşın IRA da, ideallerinden olmasa bile, terörizmden vazgeçmeyi kabul etti.
Bu çelişkili görünen karmaşık anlaşma sayesinde, terör yüzünden daha önce kapatılıp Londra’ya bağlanan Kuzey İrlanda’nın özerk parlamentosu da tekrar açıldı ve Katolik ile Protestanlardan oluşan ve eski “teröristleri” de içeren yerel yönetime geçildi.
Her iki tarafta bu anlaşmayı şiddetle reddedenler elbette çıktı. Örneğin IRA’nın içinden çıkan retçi bir grup “Gerçek IRA” adı altında ara sıra terör saldırılarına devam ediyor. Ancak geçmişte IRA’yı destekleyen Katolik tabandan bu gruba artık destek yok.
Peki tüm bunlardan bize “ders” çıkar mı? Yanılmış olmayı çok isteriz ama, ülkenin PKK terörü karşısındaki psikolojisini, ırkçı milliyetçiliğe dayalı dünya bakışını, kavgaya endeksli siyasi yaşamını ve yaygın hoşgörüsüzlük kültürünü düşündükçe bizce zor.