İsrail’in Mavi Marmara’ya saldırısının ve biri aynı zamanda Amerikan vatandaşı olan dokuz Türk’ü öldürmesinin yıldönümünde ikinci filo krizinin yolda olduğunu görüyoruz. Ankara, haziran sonunda kalkacağı belirtilen ikinci Gazze konvoyu konusunu “sivil toplum örgütüne müdahale edemem” argümanına oturturken İsrail de, Mavi Marmara’nın da dahil olacağı konvoyu yine askeri yollarla durduracağını söylüyor.
Bu arada, eski İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi’nin, Mavi Marmara saldırısı için ülkesinde kurulan Turkel Komisyonu’na, “İsrail askerlerinin konvoydaki eylemcilerle yüz yüze gelmemeleri için gerekirse keskin nişancıların kullanılacağını” söylediğini İsrail basınından öğreniyoruz.
Öte yandan Fransız haber ajansı AFP’nin birkaç gün önce geçtiği bir haberde, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun geçen hafta NTV’ye verdiği demeçte “Türkiye’nin İsrail tarafından açık denizlerde gerçekleştirilecek yeni bir tahrike gereken karşılığı vereceğini” söylediğini dünyaya duyurdu.
Söyleşiyi dinlemediğimiz için Davutoğlu’nun tam olarak ne dediğini bilmiyoruz. Bu sözler Türk medyasında da yer almadı. Ancak, Davutoğlu’ndan bu konuda bir düzeltme veya yalanlama gelmemesi de dikkat çekiyor. Bu açıklamalar ışığında bir hususun altını çizmek lazım.
İkinci filoya da çok sayıda ülkenin vatandaşı katılacak olmasına rağmen, konu uluslararası medya tarafından bir Türk-İsrail çatışması olarak sunuluyor. Filodaki Batılıların hükümetleri ise bu eyleme destek anlamına gelecek açıklamalardan titizlikle kaçınıyorlar.
Kanada Dışişleri Bakanı John Baird ise daha da ileriye giderek, filoya katılacak Kanadalı eylemcileri “tahrik edici” diye nitelediği bu girişimden vazgeçmeleri için uyardı. Böylece, “başınıza bir şey gelirse bizden yardım beklemeyin” demiş kadar oldu.
İkinci sırada anlaşılması gereken husus bunun artık sadece “Gazze’ye yardım filosu” olmadığı. Bu filonun asıl amacı Gazze’ye yasadışı abluka uygulayan İsrail’i dünya önünde ifşa etmek. Özetle amaç yardımdan çok siyasi. Batılı hükümetlerin Ankara’yı kızdıran sessizliği de bundan kaynaklanıyor.
Ancak ortada “ters orantılı bir asimetri” var. İsrail Gazze konusunda dünya kamuoyu nezdinde giderek yalnızlaşırken, Türkiye de diplomatik açıdan ve özellikle de bu konuda etkin olabilecek Güvenlik Konseyi üyeleri nezdinde yalnız kaldığını görüyor. Bu arada BM Genel Sekreteri’nin, Mavi Marmara saldırısını araştırmak için kurduğu “Palmer Paneli”nden Ankara’nın istediği ve İsrail’i suçlayan sonucun çıkmayacağı da artık belli oldu.
Türkiye’nin sürekli göndermede bulunduğu ve İsrail’i sert sözlerle suçlayan BM “İnsan Hakları Konseyi”nin raporu ise ne yazık ki, her zaman olduğu gibi, etkili olamıyor. Görüleceği gibi konu Ankara açısından karmakarışık ve içinden çıkılmaz bir hal aldı.
Türkiye konuyu yasal çerçevede ele almak istiyor ve İsrail’i bu açıdan yargılatmak istiyor. Ancak bunun için gerekli uluslararası desteği sağlayabilmiş değil. Sağladığı uluslararası kamuoyu desteği ise bu durumu değiştirmiyor.
Bu durumda “Konuyu Türkiye niçin Uluslararası Adalet Divanı’na götürmüyor?” sorusu akla gelebilir. Ancak Türkiye’nin Lahey’deki bu divan ile özellikle Ege kıta sahanlığı meselesi yüzünden barışık olmadığı biliniyor. Kaldı ki, Lahey’e gitse bile istediği sonucu alacağı kesin değil.
Başbakan Erdoğan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu “dış politika ufku İsrail’in ötesine geçmez” diye suçladı. Fakat öyle görünüyor ki AKP de “İsrail sorununu” dış politikasının eksenine oturtmuş bulunuyor. Bir sonuç alabilse anlayacağız. Sonuçta ortada İsrail tarafından öldürülmüş Türkler söz konusu. Ama bunu da yapamıyor.
İsrail’deyse, “insani açıyı” unuttuk artık, konuya -özellikle Ortadoğu’da yaşananlar ışığında- “stratejik geniş açıdan” bakabilecek bir irade yok. Özetle Netanyahu hükümeti de “Nuh diyor, peygamber demiyor.” Hal böyle olunca siyasi çözümün önü de tıkanmış bulunuyor.
Özetle ikinci Gazze konvoyunun rotası da belli oldu artık. Tek umudumuz bu kez masum kanın akıtılmamasıdır.