Fransa’daki cumhurbaşkanlık seçimleri ile Yunanistan’daki parlamento seçimleri Avrupa’yı farklı şekillerde sarstı. François Hollande’ın zaferi “insan odaklı” politikalar isteyenlere umut aşılarken, Yunanistan’daki seçim sonuçları, ülkede siyasi istikrarsızlığın artmasını adeta garantilerken, Avrupa’da ekonomik istikrar isteyenleri endişelendirdi.
Önce komşuya bakarsak dikkatler, hiçbir partiye hükümet kuracak kadar oy çıkmazken, parlamentoya girmek için yeterli oy almış olan aşırı sağcı “Altın Şafak” partisine dönmüş bulunuyor. Hitler Nazizm’ine öykünen bu partinin başarısı bile Yunanların karşı karşıya oldukları açmazı göstermeye yetiyor.
Tarihte hiçbir topluma olumlu sonuç sağlamamış olan bu tür partiler kızgın ancak çaresiz insanların yöneldikleri siyasi olgulardır. Yunanlılar da zaten bu kez, çözüm için değil, içinde bulundukları açmazdan dolayı duydukları öfkeyi yansıtmak ve birilerini cezalandırmak için sandığa gittiler.
Sokaktaki Yunanlı elbette ki ülkenin gelecek 20 veya 30 yılını ipotek altına almış olan kemer sıkma politikalarından kurtulmak istiyor. Ancak bu da olmayacak duaya amin demektir. Zira ülkenin sadece “iki kurtarma paketinden” kaynaklanan dış borcu 200 milyar euro’nun üzerindedir. Bu borcun ödenmemeye başlanacağına dair ilk işaretle ülke iyice batağa saplanacaktır.
AB’den de zaten seçimlerden hemen sonra Yunanistan’a “verdiğin sözleri tut” uyarıları gelmeye başladı. Ancak, halkı tekrar sokaklara dökmeden bu sözleri tutabilecek bir hükümetin nasıl kurulabileceği belli değil. Bir koalisyon hükümeti kurulsa bile, bu açmaz karşısında tüm işaretler Yunanistan’ın yakında yeniden seçime gideceğini gösteriyor.
Yeni bir seçim ortamındaysa aşırı sağın habis kanser hücreleri gibi daha da yayılma olasılığı var. Özetle, Yunanistan’ın işi iş. Bu ilk etapta Türkiye açısından kötü görünse de, ortada daha önce görülmemiş orijinal bir durumla karşı karşıyayız. Aşırı sağ için bugün, Almanya veya İMF gibi, Türkiye’den çok daha fazla nefret edilecek ülkeler ve uluslararası kurumlar var.
Yunanistan’ın bu durumu elbette ki tüm Avrupa’da da endişe yaratıyor. Zira boğazına kadar borçlu olan Yunanistan ekonomisinin tam anlamıyla çökmesinin tüm kıtayı sarsacağı ve olumsuz zincirleme olaylara neden olacağı biliniyor. Özetle, Yunanistan’dan umutsuzluk ve endişe dalgaları yayılıyor.
Fransa’ya dönersek, bazıları Cumhurbaşkanı Hollande’ın durumunun da zor olduğunu söyleseler de, sonuçta Avrupa’nın lokomotiflerinden biri olan bir ülkeden söz ediyoruz. Özetle Fransa burada edilgen konumda değil, AB’nin ekonomik politikalarına yön verebilecek bir ülke konumundadır.
Hollande’ın “insan odaklı” ve kemer sıkma yerine büyümeyi hedefleyen politikalardan yana tavrı ise, yukarıda belirttiğimiz gibi, Avrupa’da milyonlarca insana umut aşılamıştır. Bugün Avrupa’nın sekiz ülkesinde sol iktidarlar olduğu düşünülürse, Hollande’ın bakış açısı itibariyle kıta sathında yalnız olmadığı da görülür.
Hollande’ın karşısında da kuşkusuz çok sayıda “dünyevi gerçek” duruyor. Bu nedenle onun da bazı tavizler vermek zorunda kalacağı kesin. Ancak Hollande’ın seçilmesiyle, meydanın “merhametsiz kapitalizmin” rahatlıkla at koşturacağı bir yer olmayacağı da kesin. Sermayedarlar da zaten bu nedenle daha şimdiden endişeliler.
Hollande’ın, Sarkozy ve aşırı sağ tarafından bozulmuş olan toplumsal barışı tesis etmek için çalışacağını söylemesi de, Avrupa’daki “medeniyetler çatışması” karşısında olumlu bir duruştur. Fransa’daki aşırı sağ burada elbette ki göz ardı edilemez, ancak seçmenin yüzde 52’sinin Hollande’a oy vermiş olması da göz ardı edilemez.
Türkiye ile ilişkilere gelince, gözlemcilerde Hollande’ın akılcı ve yapıcı bir yaklaşım benimseyeceğine dair bir beklenti var. Kendi ülkesinde farklı etnik ve dini kesimler arasında uzlaşma için çalışacağını söyleyen biri olarak Hollande’dan bunu beklemek doğaldır. Ancak, somut gelişmeler olmadan, Ankara’nın bu konuda ihtiyatı elden bırakmaması herhalde en doğrusu olacaktır.