Yunanistan’ın durumu giderek daha acıklı bir hal alıyor. Batı Avrupalılar tarafından hiçbir ülke bu kadar aşağılanmamıştı. Buna gizli bir hayranlık duyulmaya başlanan Türkiye de dahil.
Son olarak IMF Başkanı Christine Lagarde da Yunanlılara bir tekme attı. Guardian gazetesinin, ekonomik kriz nedeniyle ortada kalan hamile Yunanlı kadınlar ve diğer hastalarla ilgili sorusunu yanıtlarken, Yunanistan için zerre kadar sempati duymadığını şöyle ortaya koydu:
“Atina denince aklıma vergi ödemeyen insanlar geliyor. Bu insanlar kendi sorunlarını kendileri çözmeye çalışmalı. Nijer’in küçük bir köyünde, üç kişi oturdukları sıralarında günde iki saat eğitim gören okuma heveslisi çocukları daha çok düşünüyorum.”
Yunanlılar için acımasız görüşler ifade eden başka Avrupalı yetkililer de var. Alman İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich de Yunanistan’a sempati duymayanlardan. Leipziger Volkszeitung gazetesine konuşan Friedrich, Yunanistan’ı “dipsiz bir kuyuya“ benzetmiş.
“Bu kuyuya para dökmeye razı olmadıklarını” söyleyerek, “Bizden yardım ve dayanışma isteyen bir ülke, bizim de o ülkeden belli bir ciddiyet ve makul davranış beklediğimizi kabul etmeli” diye konuşmuş.
Yozlaşmış devlet
Alman basınına göre, Almanya’nın en büyük bankası Deutsche Bank’ın önde gelen yöneticilerinden Juergen Fitschen ise, “Yunanistan, kanaatimce başarısız diye tanımlayacağımız bir devlet. Hem devleti hem de siyasi liderliği yozlaşmış” diye konuşmuş.
Finlandiya’dan Hollanda’ya uzanan bir AB coğrafyasında benzeri görüşlere rastlıyoruz. Bu arada Schengen’e dahil olmayan İngiltere, işsiz Yunanlıların akınına karşı tedbir almaya hazırlanıyor.
Almanlar ise “dayak yeme” korkusuyla kitle halinde Yunanistan tatillerinden vazgeçip Yunan ekonomisine bir darbe daha indiriyorlar.
Hal böyle olunca, Batı Avrupa’da “bu ülkeyi kim AB üyesi yaptı?” sorusu da artarak soruluyor. O zamanki adıyla “Avrupa Ekonomik Topluluğu”na üyelik için 1975 yılında başvuran Yunanistan, hızlı yoldan 1981 yılında üye olmuştu. Avrupa da zaten o yıllarda zengin, güçlü ve sevdiklerine karşı cömertti.
Bu nedenle Yunanistan’ın üyeliğe gerçekten hazır olup olmadığı neredeyse hiç sorgulanmamıştı. Özetle, Yunanistan’a üyelik “dini ve kültürel dayanışma” duygusuyla verilmişti. Nobel ödüllü Alman yazar Günther Grass da, Yunanistan’ı savunmak için geçen hafta Sueddeutsche Zeitung gazetesine yazdığı şiirde bu duyguyu yansıtmış.
“Ruhu sizi, Avrupa’yı doğurmuş olan bu ülke olmadan, ruhsuz bir şekilde silinip gidersiniz” sözleriyle Yunanlıları eleştiren Avrupalılara çatmış. Ancak, “okumuş Almanlar” bile bunu artık “yutmuyorlar.”
Kısa bir süre önce, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Konrad-Adenauer Vakfı tarafından düzenlenen geleneksel “Türk-Alman Gazetecilik Semineri”nin 26’ncısını gerçekleştirdik. Yunanistan ise özel konuşmalarımızda önemli yer tuttu.
Hangi Yunanlılar?
“Tembel ve müsrif Yunanlılara” verip veriştiren bir Alman meslektaşımıza, “Fakat, hep hayranlık duyduğunuz Yunanistan’ı üye yapanların başında siz Almanlar vardınız” diye çıkıştık. Yanıtı ise şaşırtıcı değildi:
“O Perikles’in Atina’sına duyulan hayranlıktan kaynaklanan bir şeydi. Günümüz Yunanlılarının antik çağ Yunanlılarıyla bir ilgileri yok.” Demek ki bıçak kemiğe dayanıp iş “cüzdanı” ilgilendirdiğinde Avrupa’daki sözde “dini ve kültürel dayanışma” buharlaşabiliyor.
Bu kadar aşağılama
Yunanlılar bu kadar aşağılama karşısında kızgın fakat çaresizler. 17 Haziran’daki seçimlerin arzuladıkları “kurtuluşu” sağlaması ise zor. Bunu söyleyen Lagarde ve diğerlerine ateş püskürüyorlar, fakat iyileşmek için acı hapı yutmaktan başka çareleri yok.
Bu arada bazı Yunanlılar kurtuluşu, ülkedeki gariban mültecilere saldırmayı marifet bilen aşırı sağcı “Altın Şafak” partisinde görüyorlar. Fakat, bu da istenen kurtuluşu sağlayamaz.
Kaldı ki, yakında bazı AB ülkelerinde, “elimizden aldığınız işleri bırakıp yozlaşmış ülkenize dönün” diyerek “gariban Yunanlı göçmenlere ” saldıranlar da çıkabilir.
Neresinden bakarsanız bakın, ibretlik bir Yunan tragedyası ile karşı karşıyayız.