Yirmi yıl önce bugün, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaş sırasında, stratejik konumdaki Hocalı kentinde feci şeyler yaşandı. Ermeni birlikleri ile Bağımsız Devletler Topluluğu’na bağlı güçler -ki çoğunun Rus olduğu söyleniyor- iki ateş arasında kalan Azeri sivilleri kadın, çocuk, yaşlı demeden katlettiler.
Aralarında Human Rights Watch gibi ciddi uluslararası kuruluşlarının da yer aldığı insan hakları örgütleri, 25-26 Şubat 1992 tarihlerinde Hocalı’da yaşanan vahşeti kayıtlara geçirmiş bulunuyorlar. Öldürülenlerin sayısı hâlâ tartışma konusudur, ancak burada sayıdan çok bizce niyet önemlidir.
Bu niyeti ise o sırada Dağlık Karabağ’ın ayrılıkçı Ermeni önderlerinden olan şimdiki Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’a atfedilen sözler açıkça ortaya koyuyor. Thomas De Waal adlı İngiliz gazeteci ve Kafkasya uzmanı, “Karabağ: Savaşta ve Barışta Ermenistan ve Azerbaycan” adlı kitabında Sarkisyan’ın şu sözlerini aktarıyor:
“Hocalı’dan önce Azeriler bizimle dalga geçtiklerine inanıyorlardı. Biz Ermenilerin sivil halka karşı el kaldıramayacağımızı düşünüyorlardı. O sabit bakış açısını kırmayı başardık. Olan da buydu. Tabii orada Bakü ve Sumgait’ten kaçan gençlerin olduğunu da hesaba katmak lazım.”
Ankara dönüşü uçakta izledik
Hocalı’ya saldırının aslında stratejik bir noktayı ele geçirmek için gerçekleştiğini, ancak orada “Sumgait’in intikamının da alındığını” itiraf eden bir diğer kişi ise Ermeni komutanlarından Monte Melkonyan’ın kardeşi Marker Melkonyan’dır.
Hangi millet söz konusu olursa olsun “intikam” adına sivillerin katledilmesi uluslararası yasalar açısından suçların en kötüsüdür. Hocalı’da yaşananların hem bir insanlık suçu, hem de bir savaş suçu olduğu ise tartışma götürmez. Sarkisyan’a atfedilen sözler bile bu açıdan bir “suç itirafı” niteliğindedir.
Hocalı katliamıyla ilgili kişisel anılarımız da var. Katliam olurken orada değildik tabii, ancak sonuçlarını gören ilk gazetecilerdeniz. Zira katliamın gerçekleştiği günlerde dönemin Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ile gazeteci olarak, birçok meslektaşımızla birlikte, Orta Asya ve Kafkaslar turuna çıkmıştık.
Gezinin son durağı olan Bakü’ye geldiğimizde başkent, Hocalı’dan gelen acı haberlerle ayaktaydı. Türk heyetinin elde ettiği ve daha önce hiç kimse tarafından görülmemiş olan feci katliam görüntülerini içeren videoyu da Ankara dönüşünde uçakta izlemiştik. Katliamın sonuçlarını ilk elden görenler ise daha çok Batılı gazetecilerdi.
Kaşlarını çatarak konuşmuştu
Bunlardan biri de o sırada The Times’ın muhabiri olan İngiliz gazeteci Anatoli Lieven’di. Bakü havaalanında karşılaştığımız Lieven’e -açıkçası Batılı bir gazeteci olarak tanık olduğu şeyleri sulandırmaya çalışıp çalışmayacağını sınamak amacıyla- “katliamın sonuçlarını görmüşsünüz bunu kim yaptı?” diye sormuştuk.
Kendisi hiç çekinmeden “Ermeniler” demişti. İkinci sorumuz ise şu olmuştu. “Tanık olduğunuz şeyleri yazarken ‘Türkler de tarihte Ermenileri katletti’ gibi’ bu güncel olayın vahametini okuyucu gözünde azaltmaya çalışan ifadeler kullanacak mısınız?”
Ne demek istediğimizi anlayan Lieven, kaşlarını çatıp kızgın bir ifadeyle “hayır bunu yapmayacağım, ama sen söyledin diye değil” şeklinde sertçe bir yanıt vermişti. Lieven’in hakkını yememek lazım. Hocalı’da gördüğü feci şeyleri daha sonra tüm çıplaklığı ile ve yaşananların vahametini sulandırmadan dünyaya aktardı.
Geçerli hiçbir mazereti yok
Konuyu kapatmadan bir hususa açıklık getirme gereğini duyuyoruz. Hocalı katliamını ne Fransa nedeniyle, ne de Bakü’den Fransa’ya karşı gelen desteğin yeterli olup olmadığını sorgulayan yazılara kızıp “Hocalı’dan ne haber?” diye mesaj gönderen Azeri kardeşlerimiz için anımsıyoruz.
Hocalı’yı 1915’in acılarını hâlâ taşıyan “Ermenilere nazire olsun” diye de anımsamıyoruz. Menşei ne olursa olsun sivillere karşı saldırılar sonuçta savaş suçudur.
İsrail’in geçmişte Gazze’de yaptıkları, Esad’ın ise bugün Suriye’de yaptıkları da öyledir.
Hocalı’da olan da budur.
Kadın, çocuk, yaşlı demeden savunmasız sivilleri katletmenin hiçbir millet için hiçbir geçerli mazereti olamaz.