Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

NATO’nun geleneksel endişesi dünyanın gözleri önünde ittifakın birlik görüntüsüne zarar verilmesidir. Başbakan Erdoğan’ın Nisan 2009’daki NATO zirvesinde çıkardığı “Rasmussen krizi” sırasında, birlik görüntüsünü bozan ülkeye karşı diğer üyelerin nasıl kenetlendiklerini de gördük.
Türkiye o sırada elde ettiği “palyatif” bazı “tavizler” suretiyle NATO içinde yalnız kalmaktan kurtulmuştu. Ancak Erdoğan’ın, “Müslüman liderlerden adaylığını veto etmesi için mesajlar aldığını” açıklamasına karşın, Ankara Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliğini sonunda kabul etmek zorunda kalmıştı.
Lizbon zirvesinde füze kalkanı meselesi nedeniyle benzeri bir durum yaşanmadı. Ankara NATO’nun yeni “Yeni Stratejik Konsept” belgesini kabul ederek ittifakın “sadakat testini” geçti. AKP iktidarı da Türk kamuoyuna şimdi “Bastırdık ve her istediğimizi aldık” mesajını veriyor.
“Yeni Stratejik Konsept” belgesi, Ankara’nın isteği doğrultusunda, İran’dan, veya herhangi bir başka ülkeden, “tehdit” olarak söz etmiyor. Bunun sağlanmasında Türkiye’nin “bastırmasının” etkili olduğu kesin.
Ancak Türk diplomatlarının basınımıza yansıttıkları ile ABD diplomatlarının kendi basınlarına yansıttıkları gene de birbirini tutmuyor. Bu da, Türkiye’nin Lizbon’da “her istediğini elde edip etmediği” meselesinin tartışmaya açık olduğunu gösteriyor.
Örneğin ABD’nin en etkin gazetelerinden olan Wall Street Journal’da Stephen Fidler ve Adam Entous imzalarıyla çıkan haberde, Ankara’nın ve diğer bazı üyelerin İran’dan söz edilmemesini sağladıkları belirtilerek şöyle devam ediliyor:
“Türkiye, zirve öncesindeki haftalarda ortaya koyduğu diğer taleplerinden ise ya vazgeçti, ya da bunlar (füze kalkanı için) kontrol merkezinin Türkiye’de olması meselesinde olduğu gibi - geleceğe ötelendi. Zirveye katılanlara göre Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bu konularda ısrarcı olmadı.”
Aslında Lizbon’dan çıkan sonucun sürpriz olmadığı söylenebilir. NATO Genel Sekreteri Rasmussen zirveden bir kaç gün önce, dünyada balistik füzelere sahip olup da potansiyel tehdit oluşturan 30 ülkeden söz etmişti. NATO belgelerinde bunların isimlendirilmesinin gerekmediğine dair sözler sarf etmişti.
Bu arada, Wall Street Journal’ın haberinin satır arasında da belirtildiği gibi, NATO belgelerinde ülke veya bölge isminin verilmemesini isteyen tek üye Türkiye değildi.
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin, bu konuda da Türkiye’nin tersine giderek, NATO belgelerinde İran’dan ve Ortadoğu’dan “tehdit” olarak söz edilmesindeki ısrarı ise tutmadı.
Yalnız kalan Sarkozy, NATO’daki birlik görüntüsüne zarar veren kişi olarak görünmemek için bu ısrarından vazgeçti. Ancak Lizbon’da düzenlediği basın toplantısında, füze kalkanının asıl İran’ı hedeflediğini söylemek suretiyle, Türkiye’nin bu konudaki sıkıntılarının henüz sona ermediğini de ortaya koydu.
Nitekim, Sarkozy gibi bunu nispet yaparcasına söylemeseler de, İran NATO üyelerinin ağrılıklı bölümü tarafından da bugün “başlıca tehdit unsuru” olarak görülüyor. Özetle, Lizbon zirvesi Türkiye açısından füze kalkanı projesi ile ilgili tartışmaları henüz bitirmiş değil.
NATO’da herkes şimdi “Yeni Stratejik Konsept” belgesinin kavgasız dövüşsüz ve “birlik” görüntüsü içinde imzalanmış olmasından dolayı memnun. Fakat bu, üyeler arasında füze kalkanı projesi ile ilgili “konuşlandırma” ve “komuta” gibi teknik meselelerin henüz çözüldüğü anlamına da gelmiyor.
Şu anda Türkiye için asıl önemli olan, müttefikleri ile kavramsal düzeyde birlikte hareket ederek ittifakta kavga çıkaran üye konumuna düşmemiş olmasıdır. Bu bile Türkiye’nin eksenine ilişkin Batı’da süren tartışmalar açısından “yatıştırıcı” olacaktır.
Ancak füze kalkanı projesi konusunda Türkiye ile kilit müttefikleri arasındaki tartışmaların sona ermediğini, var olan sorunların sadece ileri bir tarihe ötelendiğini not etmekte yarar var.