Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Fransız Parlamentosu’nda Ermeni soykırımının inkârını cezalandırmayı öngören yasa tasarısının kabul edilmesinden sonra Türk-Fransız ilişkilerinin belirsiz bir süre için derin dondurucuya gireceği kesin. Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı yaptırımlar bile ilişkilerde ciddi bir kopuşa işaret ediyor, ki bunların Fransa’ya karşı alınacak tedbirlerin sadece ilk etabı olduğu söyleniyor.
Bu nedenle zaten yeterince kötü bir noktaya gelmiş olan Türk-Fransız ilişkilerinin daha da kötüye gitmesi beklenebilir. Hem Avrupa’da, hem de Ortadoğu’da ciddi çalkantıların yaşandığı bir dönemde bunun iki ülke açısından ne anlama geleceğini zaman gösterecek.
Ancak, hemen yanıbaşımızda zamana bırakılamayacak kadar vahim gelişmeler yaşanıyor. Türkiye’nin de böyle bir sırada duygusal bir Fransa aleyhtarlığına saplanıp kalmaması gerekiyor.
Burada özellikle Irak’taki son gelişmelerden söz ediyoruz. Amerikan askerlerinin çekilmesinin ardından bu ülkede gerginlik Türkiye açısından endişe verici bir şekilde birdenbire arttı. Suriye’deki karmaşa yetmiyormuş gibi şimdi Irak’ın iç çatışmalara sürüklenip parçalanma yoluna girmesi tehlikesi belirdi.
Şii olan Başbakan Nuri El Maliki’nin, terör olaylarına bulaşmakla suçladığı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni Tarık el Haşimi’yi tutuklatmaya çalışması mezhepler arası gerginliği anında körükledi. Bağdat’ta önceki gün gerçekleşen ve 60’ın üzerinde insanı öldüren seri araba bombası saldırıları ise ortamı iyice karıştırmak isteyenlerin olduğunu gösteriyor.
Çoğu Şii mahallelerinde gerçekleşen bu saldırıların El Kaide tarafından gerçekleştirildiği söyleniyor. Bunun ne denli doğru olduğunu bilmek mümkün değil tabii, ama mezhepler arası gerginliğin bölge genelinde zaten arttığı bir dönemde birilerinin Irak’taki Şiilerle Sünnileri birbirlerine düşürmeye çalıştığı kesin.
Öte yandan, petrol paylaşımı nedeniyle zaten gergin olan Bağdat-Erbil ilişkileri de, Tarık el Haşimi’nin Kuzey Irak’a kaçması ve bölgesel Kürt yönetiminin kendisini Bağdat’a teslim etmeyi reddetmesi nedeniyle daha da gerildi. İşi vahim kılan unsur ise o ülkeyi sözde bir arada tutacak olan “liderlerin” topluma yeni travmalar yaşatacak olan ortamı kendi elleriyle hazırlıyor olmalarıdır.
Hal böyle olunca, devreye girip taraflara “akıl” telkin edebilen birileri gerekiyor. Bunu belli bir ikna gücüyle yapabilecek ülkelerden biri de Türkiye’dir. Ancak Ankara’nın işi yine de kolay değil, zira bölgede Türkiye’nin “ağabeylik” taslamasından veya “hamiliğe” soyunmasından rahatsızlık duyanlar kendilerini belli etmeye başladılar.
Başbakan Maliki’nin son ABD ziyareti çerçevesinde Türkiye’ye “iç işlerimize karışma” mesajı göndermesini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Ancak, Maliki’nin sözleri Ankara’da büyük hoşnutsuzluk yaratmış olsa da ortada şöyle bir gerçek var:
Irak’ın iç istikrarsızlık nedeniyle Sünni, Şii ve Kürt ekseninde üçe bölünmesi ve bunun da Türkiye’ye olumsuz şekillerde yansıması Ankara için başından beri bir kâbus senaryosu olmuştur. Siyasi liderlerin “kabile dayanışması” zihniyetinden ve mezhepsel aidiyetlerinden sıyrılıp ülkeyi modern bir rotaya sokamamaları nedeniyle Irak’ta bölünme riski artacaksa Türkiye buna istese de duyarsız kalamaz.
Ancak Türkiye’nin burada “müdahaleci” değil, çatışan gruplar arasındaki diyalogu kolaylaştıran bir güç olarak devreye girmesi büyük önem taşıyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun hep arzuladığı zaten bu olsa da, bunun Türkiye’ye “yeni Osmanlıcılık” suçlamalarının yöneltilmesine yol açmayacak bir ince ve çözümler yaratan bir diplomasi ile gerçekleşmesi gerekecek.
Özetle, Fransa’daki gelişme Türkiye açısından elbette ki son derece nahoş. Ancak buna saplanıp kalmamak lazım zira bölgemizdeki olumsuz gelişmeler Ankara için şu anda daha büyük bir aciliyet arz ediyor. Fransa ile husumete ise zaten bol bol zamanımız olacağa benziyor.