İsrail Sanayi, Ticaret ve Çalışma Bakanı Binyamin Ben Eliezer, cumartesi günü yaptığı açıklamada, Türkiye ile ülkesi arasındaki gerginliğin sona erdiğini söyledi.
Bakana göre ilişkiler tekrar normal rayına oturmuş durumda.
Bu arada, Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında yeniden arabulucu olması da söz konusuymuş. Ben Eliezer’in kişisel temennisi ise, yakın bir tarihte gerçekleşecek bir Erdoğan-Netanyahu görüşmesiymiş.
Fakat, İsrail basınını takip edenler, bu konularda ciddi bir ihtiyat payının bırakılmasında yarar olduğunu görüyorlardır. Zira İsrail kabinesinde herkes Ben Eliezer gibi düşünmüyor. İsrail basınına konuşan hükümete yakın kaynaklar, Suriye ile arabuluculuk konusunda söylenenleri de pek doğrulamıyorlar.
Başbakan Netanyahu ile Dışişleri Bakanı Liebermann’ın yaptıkları açıklamalarda bu konuda bir esneklik payı bırakmamaları da zaten dikkat çekiyor. Her ikisi defalarca Türkiye’nin arabuluculuğunun artık söz konusu olmadığını söylediler.
Bu durumda, “Türk dostu” diye bilinen Ben Eliezer’in açıklamalarını ya “iyi niyet temennileri” olarak kabul etmemiz ya da iki hükümetin perde arkasında bir “şaşırtma oyunu” oynadıklarına kanaat getirmemiz gerekiyor.
İsrailli Bakan, Erdoğan’ın ABD ziyareti öncesinde olumlu bir atmosfere katkıda bulunmak istemiş de olabilir tabii.
Ancak, iki ülkedeki mevcut “halet-i ruhiye” karşısında, ilk ihtimal bize daha geçerli görünüyor. İsrail, Filistinlilere karşı savaş suçu işlemekle suçlandıkça ve yasadışı yerleşimleri durdurması için uluslararası baskı arttıkça, aşırı sağa daha da teslim oluyor. Bu da Ankara’nın yumuşamasını engelliyor. Bu durumda, Erdoğan’ın sert açıklamaları nedeniyle İsrail kamuoyunda Türkiye’nin “cezalandırılması” temennisi de ağır basıyor. İsrail için bunu yapmanın en iyi yollarından biri de, Türkiye’nin arzuladığı arabuluculuk görevini reddetmek gibi görünüyor.
Ben Eliezer’in yakın gelecekte yapılacak bir Erdoğan-Netanyahu görüşmesine ilişkin temennisi karşısında ise sadece “Eyvah!” diyoruz. Çünkü mevcut gergin ortamda yapılacak böyle bir görüşmeden yarardan çok zararın çıkması ihtimali yüksek.
Nedenine gelince, Erdoğan’ın -kendisi için bir övünç kaynağı olan- diplomasideki “Kasım Paşa” üslubu biliniyor. Davos’ta kendisine popülist düzlemde puan kazandıran da bu üsluptu zaten.
Ancak Davos’ta karşısında, oradaki sinirli tavrı ne olursa olsun, dünya tarafından (doğru veya yanlış) yumuşaklığı ve centilmenliği ile tanınan deneyimli bir devlet adamı -yani Shimon Peres - vardı.
Peres’in, Erdoğan’ın “katilsiniz” çıkışı ardından durumu daha da gerginleştirmemeyi yeğlemesi de zaten “büyük görüntüyü” görebilmesinden kaynaklanıyordu. Netanyahu ise “Kasımpaşalılıkta” Erdoğan’ı aratmayan bir politikacı.
Ne BM’deki uzun daimi temsilciliği sırasında, ne de siyasi yaşamında temel diplomatik nezaket uğruna sert sözlerden sakınmış olan biri. Aksine katı ve sert konuşmaları ve yanıtlarıyla tanınıyor.
Kısacası, Netanyahu Davos’ta olsaydı, Erdoğan’ın, siyasi literatürümüze oturan, ünlü “one minute”ını Peres gibi dinlemezdi. Kendisi de bir “one minute” yapıştırırdı. Biri “katilsiniz” dedikçe, diğeri “kendi tarihine bak!” diye bağırırdı. İşler de iyice çığırından çıkardı.
Onun için iki ülke arasındaki mevcut ortamda bir Erdoğan-Netanyahu görüşmesi ateşle barutun bir araya gelmesi gibi bir şey olur. Çünkü ne Erdoğan’ın, ne de Netanyahu’nun sözlüğünde “diplomatik ihtiyat” diye bir kavram var.
Bu durumda Ben Eliezer’in temennisi ileri bir tarih için geçerli olabilir belki. Ama böyle bir görüşme şu anda ortamı daha da bozabilir bizce. Çünkü ilişkilerdeki cerahat henüz dağılmadı. Yeni bir kaza çıkmaması için böyle bir görüşme öncesinde ilişkilerde daha iyi bir atmosfer ve ciddi bir diplomatik “ön çalışma” gerekecek.