Başbakan Erdoğan’ın Libya konusunda dünyayı ve özellikle de Batı’yı suçlayan öfkeli mesajlarını anlamakta gerçekten güçlük çekiyoruz. Libya yaptırımları konusundaki tutumu ise Türkiye’yi dünya nezdinde İran yaptırımlarında olduğundan daha da yalnız bıraktı.
Zira cumartesi günü BM Güvenlik Konseyi’nde oy birliği ile kabul edilen Libya yaptırımlarına sadece aralarında Rusya ve Çin’in de bulunduğu beş daimi üye destek vermedi. AKP iktidarının kendisine yakın hissettiği Brezilya, Lübnan, Bosna Hersek ve Nijerya gibi daimi olmayan üyeler de tam destek verdiler.
Bu durumda Erdoğan’ın yaptırımlara karşı takındığı sert tavır havada kalmış oldu.
Erdoğan, aslında doğrudan Kaddafi ailesini, halka ateş açan orduyu ve rejim mensuplarını hedef alan bu yaptırımları, “gariban halk zarar görecek” argümanı üzerine oturtuyor olsa da, bunun da son derece tartışmalı bir yaklaşım olduğu açık.
Sonuç itibariyle Libya’nın Güvenlik Konseyi’ndeki Daimi Temsilci Yardımcısı İbrahim Dabbaşi bile, yaptırımlara olumlu oy veren ülkelere Libya halkı adına tek tek teşekkür etti.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun BM İnsan Hakları Konseyi toplantısına gitmeden önce, “Libya yaptırımları kararının uygulanması ve takibi konusunda Türkiye’nin her katkıyı yapacağını” açıklaması ise, Erdoğan’ın tutumu karşısında çelişkili bir görüntü verdi.
Kimi yorumcular Erdoğan’ın tutumunu Türkiye’nin Libya’daki milyarlarca dolarlık çıkarlarına bağlıyorlar. Nitekim geçtiğimiz günlerde çıkan bazı haberlerle yorumlarda, Libya’da çıkarı olan çevrelerimizin basınımıza Kaddafi rejimine karşı daha ihtiyatlı olunması gerektiğine dair görüş sızdırdıklarını gördük.
Bu gerçekten doğruysa Erdoğan’ın tutumundaki çelişki iyicene sırıtmış olacak. Zira kendisi Batı’nın Libya’ya “petrol çıkarları” açısından değil, “insani açıdan” yaklaşmasını istiyor. Fakat kendisi de aslında sadece Türkiye’nin o ülkedeki büyük maddi çıkarlarını düşünüyorsa, o zaman suçladığı Batılı ülkelerle aynı duruma düşmüş oluyor.
Öte yandan, Erdoğan gerçekten de “Libya halkının iyiliğini” düşünüyorsa, o zaman kendi halkına ateş açan bir rejime niçin arka çıkmaya çalıştığı anlaşılır gibi değil. Kaldı ki, bunun sonunda Türkiye açısından ters teptiğini de görebiliriz.
Kaddafi’den kurtulmak isteyen Libyalılar ilerde kendilerine kimin yardım ettiğini, kimin etmediğini değerlendirdiklerinde Türkiye’yi pek de iyi bir yere oturtmayabilirler. Ülkenin yeniden yapılanmasında da Türk değil, Batılı, hatta Çinli yatırımcıları tercih edebilirler.
Bir de Erdoğan’ın “NATO’nun Libya’ya müdahalesi” konusundaki sözleri var. Almanya’ya yaptığı ziyaret sırasında, yine öfkeli bir şekilde, “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye konuşarak “Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey düşünülemez, konuşulamaz” demiş.
Hepsi güzel de, ortada daha “ne fol, ne de yumurta” yok iken niçin, üstelik kilit bir NATO üyesinin başbakanı olarak, böyle bağlayıcı bir şekilde konuşuyor bu da belli değil. Bosna’da 1995’te olduğu gibi Libya’da da insani açıdan feci olaylar yaşanır ve NATO, BM’nin de onayı ile müdahale kararı alırsa ki bu şu anda tümüyle farazi bir durumdur o zaman bu yaklaşımı kendisine sorulmaz mı?
Dahası, o gün gelirse ve Ankara bu kararı NATO bünyesinde veto ederse, ki bize sorarsanız edemez çünkü siyasi maliyeti yüksek olur, o zaman Türkiye uluslararası düzeyde yine yapayalnız kalmış olmaz mı? Bunun gibi çok sayıda soru geliyor akla ama burada hepsine girmeye yerimiz yok.
Erdoğan Libya konusunda “tutarlı” ve “ilkeli” davrandığını söylüyor. Ancak Mısır’daki gelişmeler karşısındaki tutumu ile Libya’daki tutumu açıkçası birbirini tutmuyor. Çıkıp, “Kardeşim miyarlarca dolarlık çıkarımız var, başkaları çıkarlarını kollarken bizden melek olmamızı beklemeyin” deseydi bizce çok daha tutarlı ve ikna edici olurdu.
Bunu yapacağına “tutarlılık” veya “ilke” gibi büyük sözlerin gölgesinde Türkiye’nin asıl niyetleri konusunda sadece kafa karıştırıyor.