Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan’ın KKTC ziyareti sırasında vereceği mesajlar çok önemli olacak. Her zaman yaptığı gibi kendisini hiddete ve sert söyleme teslim edecek olursa, adanın daha da bölünmesine yol açacaktır.
Buradaki “bölünmeden” de Türk-Rum bölünmesini kastetmiyoruz. Kuzey Kıbrıs’ta yapılan ve AKP aleyhtarı sloganların atıldığı gösterilerden sonra iyice ayyuka çıkan Türkiyeli-Kıbrıslı Türk ayrışmasından söz ediyoruz.
Konuyu, “Hepimiz Türk değil miyiz? O zaman sorun ne?” diye basite indirgemek de yanlış. Kuzey Kıbrıs’a yerleşmiş olan Türkiyeliler açısından ha KKTC’de yaşamışlar, ha Adana’da, fazla bir şey fark etmiyor. Psikolojik olarak Kuzey Kıbrıs’ı Türkiye’nin bir uzantısı olarak görüyorlar.

Endişe hakim
Genel davranış şekilleri ve adetleri de adaya değil, Anadolu’ya has. Özetle, KKTC sosyal, siyasi ve ekonomik açıdan ne kadar Türkiye’ye benzerse, yani ne kadar “asimile” olursa, onlar için o kadar iyi oluyor. Fakat aynı şey Kıbrıslı Türkler için geçerli değil.
Onların kendilerine has dünya görüşleri, örf ve adetleri var. Birçoğunun akrabalık bağları yoluyla bir ayakları Batı’da olduğu için Anadolu’dan gelen insanlara göre daha “kozmopolit” beklentileri var. Bu nedenle de dünya ile genelde daha barışık oluyorlar.
AB üyesi olma arzuları da Türkiye’ye oranla daha ağır basıyor. Ambargolar ve vetolar nedeniyle dünyadan tecrit edilmiş olmanın sancısını da bu nedenle daha fazla hissediyorlar. KKTC’nin “Türkiye’nin basit bir uzantısı” haline getirilmenin ise özgün kültürlerini yok edeceğinden endişe ediyorlar.
Türkiye’den bu duruma bakıp yadırgayanların sayısı hiç de az değil. Fakat buna hakları yok. Türkiye 1974’te Kıbrıs’a “fütuhat” için değil “restorasyon” için gitti. Uluslararası platformlardaki temel argümanı da hep bu oldu. Kaldı ki, dünyadaki bütün Türklerin aynı kalıptan çıkmış olmalarını gerektiren bir kural da yok.
Erdoğan’ı KKTC’de karşılayan coşkun kitleler arasında Türkiyelilerin çoğunluğu temsil ettiğini tahmin etmek güç değil. Erdoğan’ın, bunun heyecanına kapılarak durumu, çözümsüzlük ve ekonomik kriz ortamında Türkiye’ye daha soğuk bakmaya başlamış olan Kıbrıslı Türklere karşı bir gövde gösterisine dönüştürmemesi önemli olacaktır.
Tam aksine, “besleme” diye suçladığı Kıbrıslı Türklerin gönlünü almaya çalışması çok daha doğru olacaktır. Ayrıca, Kıbrıs sorunu açısından da, ziyareti öncesinde KKTC’den gelen gazetecilere yaptığı söyleşisindeki “bundan böyle zırnık yok” söylemini yumuşatması da gerekecektir.

Popülist söylem yerine
Sonuçta unutmamak gerekir ki, kendisinden önceki hiçbir yönetim Rum tarafına karşılıksız bir taviz vermiş değildir. AKP iktidarı zamanında ortaya çıkan Annan Planı da tek taraflı tavizlerin bir ürünü değildi. Bugüne kadar Rumlara verilmiş bir santim toprak da yoktur.
Ancak Kıbrıslı Türkler, koşullar ne kadar zor görünse de, çözüm istiyorlar. Çözümsüzlük ortamında Türkiye’nin unutulmaya yüz tutmuş bir uzantısı olacaklarını görüyorlar. O koşullarda arzuladıkları AB üyeliğinin de bir ham hayal olacağını biliyorlar.
Bu nedenle Erdoğan’ın daha çok Türkiyelilere dönük popülist hamasi söylem yerine, Kıbrıslı Türklere umut vermesi çok daha önemli olacaktır. Çocuğu olmadığını öğrendiği Kıbrıslı Türk gazeteci Aysu Basri’ye söylediği, “Madem nüfus aktarmamızı istemiyorsunuz, siz de doğurun” sözü ise bu açıdan son derece tatsız olmuştur.
Son olarak şu da unutulmamalı. Tekrarlıyoruz, son 37 yıl zarfında Türk tarafınca Kıbrıs’ta verilmiş olan hiçbir taviz yok. Türk tarafının birçok olumlu açılımı da havada kalmıştır. Bu da doğrudur. Ancak Kıbrıs bu süre zarfında her yerde engelleyici bir unsur olarak Türkiye’nin önüne çıkarılmıştır.
Dost, kardeş, soydaş saydığımız hiçbir ülke de bugüne kadar KKTC’yi tanımaya yanaşmamıştır. Çözümsüzlük ortamında bunun değişeceği de yok. Bu nedenle, uluslararası sorumlulukları giderek artan Türkiye’nin çözümden yana proaktif olan taraf olarak görünmesinde sayısız yarar var.
Burada teslimiyetten değil, pragmatizmden söz ediyoruz.