Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ne Türkiye’de ne de Ortadoğu’da iç siyasi karışıklıkları “dış güçlerin müdahalesine” bağlama huyundan kolay vazgeçilmiyor. Koskoca akademisyenlerle dış politika uzmanlarımızın, Tahrir meydanında yüz binlerce Mısırlının toplanmasının, Washington’da bir düğmeye basılmasıyla olduğunu söyleyebilmeleri ise, nesnel analiz yapma konusundaki trajikomik durumumuzu ortaya koyuyor.
Bu savı öne sürenler, demokrasi, eşitlik ve hak isteyen milyonlarca insanı, “bunu tek başınıza yapmış olamazsınız” diye küçümsediklerini anlayacak durumda dahi değiller. Zaten Türkiye’de de çok gördük ve görmeye devam ediyoruz. Birileri demokrasi, insan ve azınlık hakları veya basın ve fikir özgürlüğü gibi kavramları telaffuz etti mi, kesin “ülkemizi bölmek isteyen Batı’ya uşaklık” ediyordur.
AKP çevreleri de zaten şu anda Türkiye’ye dönük basın özgürlüğü eleştirilerinin ülkemizi zayıf düşürmek isteyenlerin bir komplosu olduğuna inanıyorlar. İşte bu nedenle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hafta içinde Reuters ajansına verdiği uzun mülakat bizce çok önemliydi.
Suriyeli yetkililer bugünlerde “iç huzurumuzu yabancı unsurlar bozuyor” söyleminden medet umuyorlar. Cumhurbaşkanı Beşar el Esad da, çarşamba günü yaptığı ve hayal kırıklığı yarattığı Meclis konuşmasında aynı görüşü ileri sürdü.
Davutoğlu ise Reuters’e, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn ve Yemen’de yaşananların “dış müdahale” sonucunda ortaya çıktığını gösteren delillerin olmadığını belirterek şunları söylemiş:
“Bu olanların yabancı unsurlar tarafından yönetildiğine inanırsak o zaman bu, Arap olan bireylerle toplumların değişim talebinde bulunamayacakları veya birlikte hareket edemeyecekleri demektir. Oysa erkeği ve kadınıyla genç Araplar daha onurlu bir yaşam, daha fazla özgürlük ve siyasi hayata daha fazla katılım istiyorlar. Kanaatimce bu değişim talebi samimidir.”
Davutoğlu’nun bu sözleri, Ortadoğu’daki gelişmeleri gerçekten anlamak isteyenler tarafından altı çizilerek not edilmeli. Davutoğlu’nun, bölge liderlerinin bu değişimi engellemeye çalışmak yerine, halktan gelen taleplere kulak vermelerini, aksi takdirde Libya’nın durumuna düşeceklerini söylemesi de dikkat çekici tabii.
Bizim Davutoğlu’nun bu sözlerinden çıkardığımız şudur: Beşar el Esad şu saatte bile ülkesindeki karışıklığı “dış etkenlere” bağlıyorsa bu, “Benden fazla bir şey beklemeyin” demesiyle eşdeğerdir.
Esad şimdi “reform” olduğunu iddia ettiği bazı adımlar atıyor. Ama bunların ne denli ikna edici olduğu tartışmaya açıktır. Kırk yıl süren olağanüstü hali kaldırıp aynı anlama gelen şeyi farklı bir isim altında tesis etmesi ise fazla güven telkin etmiyor.
Oyun tahtasındaki taşların yerini değiştirerek “reform yaptığını” söylemesinin ne denli ikna edici olacağını önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz. Bizce sonunda Suriye’de de cin şişeden çıktı ve geri sokulması zor görünüyor.
Suriye bölge, mezhep, aşiret ve etnisite açısından o kadar hassas dengeler üzerine kurulu bir ülke ki, Esad’ın istese bile gerçek anlamda reform yapmasının zor olduğuna inananlardanız.
Sonuçta 10 yıllardır iktidarı elinde tutan Baas Partisi’nin karmaşık yapıdaki ülkeyi bugüne kadar bir arada tutması baskı yoluyla olmuştur.
Bu baskı şimdi kaldırılacaksa -ki bunun olacağını gösteren somut bir emare yok- o zaman arkasından ne geleceği belirsizdir. Başka bir ifadeyle, sadece 6,5 milyon nüfusu olan ve aşiretlerden oluşsa da yüzde 97’si Sünni olan Libya’nın bizce Irak’a dönüşmesi potansiyeli fazla yok.
Ancak Suriye’nin var, üstelik de çok kanlı bir şekilde, zira o ülkede 1982’de Hama kentinde “Müslüman Kardeşlere” mensup oldukları gerekçesiyle 2030 kişinin Baba ve Amca Esad tarafından katledilmesinin intikamı dahi henüz alınmış değil.
Genel görüntü bu iken, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun yaşanan olayları, hayali senaryolara göre değil, gerçeklere göre değerlendirmesi komplo teorileri ve kavram karmaşasından geçilmeyen mevcut ortamda son derece isabetli olmuştur.