Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran’ın daveti üzerine Kâbil’den önceki gün apar topar Tebriz’e geçip dün İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad ile görüşen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bu ziyaretinin amacı neydi?
Davutoğlu Batı ile İran arasında “arabuluculuk” mu yapıyor? Yoksa işin içinde başka bir şey mi var? Bu çerçevede iki hususa hemen işaret etmek gerek:
1- Gelişmeler, Batı’da artan bir şekilde dillendirilen “Türkiye’nin aidiyet sorunu”nun İran konusuyla yeniden canlanacağını gösteriyor.
2- İran meselesinin, “bölgesel etkinliği arttığı” söylenen Türkiye’nin bu açıdan “rüştünü kanıtlaması için” bir sınav da olacağı anlaşılıyor.
İran’ın, zenginleştirilmek üzere uranyum stoklarını Rusya, Fransa veya Türkiye’ye göndermesini öngören öneriyi önceki gün reddetmesi, uluslararası tansiyonu yeniden artırdı. İran’ın, uranyumu her halükârda topraklarında tutmak istediğini gösteren karşı teklifinin Batı tarafından reddedilmesi ise Tahran’a karşı yaptırımlar konusunu yeniden gündeme getirdi.

Antipati zaten biliniyor
Kısa bir süre önce Ankara’ya gelen ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon da zaten, İran’ın uranyum stokları konusundaki öneriyi reddetmesi halinde bunun “ciddi sonuçlar getireceğini” söylemişti.
Bu arada, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in yanı sıra, daimi üye olmayan Almanya’nın İran konusunda eskiye oranla çok daha yakın bir işbirliği içinde olduklarını söylemekte de yarar var.
Bu ülkelerin dün Brüksel’de İran konusunda yaptıkları toplantı da bunu gösterdi. Fakat bu durum, Rusya ve Çin’in İran’a karşı yaptırımları destekleyecekleri anlamına gelmiyor.
Bu ülkelerin uluslararası yaptırımlara karşı genelde antipati duydukları da zaten biliniyor.
Tahran da bu nedenle Rusya ve Çin’e güveniyor. Başbakan Erdoğan’ın Ahmedinecad’ın “uluslararası avukatlığını” üstlenmesinden sonra, Tahran elbette ki -halen Güvenlik Konseyi geçici üyesi olan- Türkiye’ye de güveniyor.

Ait olduğu kampla uyumsuzluk
Buna karşın, ABD Başkanı Obama ile Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in kısa bir süre önce İran konusunda “Birlikte çalışıyoruz” görüntüsü verdiklerini, ayrıca Tahran ile Moskova arasında Rusya’nın teslim etmeyi reddettiği S300 füzeleri konusunda tansiyon yaşandığını da bu çerçevede not etmekte yarar var.
Fakat Güvenlik Konseyi’nden İran’a karşı oybirliğiyle yaptırım kararın çıkması yine de zor görünüyor. Rusya destekleyecek olsa bile Çin’in hatta Türkiye’nin bunu kabul etmeyeceklerine kesin gözüyle bakılıyor.
Buna rağmen ABD ile AB’nin İran’a karşı kendi yaptırımlarını uygulamak zorunda kalacaklarına da neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Zira bunu yapmamaları kendileri açısından bir “kredibilite sorunu”nu gündeme getirecektir. Tahran da bu durumda diplomatik zaferini ilan edecektir.
Türkiye’nin sorunları ise bu noktada başlayacak. Zira “NATO üyesi” ve “AB adayı” olan, ayrıca ABD ile “stratejik ilişki” içinde olmakla övünen Ankara, Rasmussen ve El Beşir olaylarında olduğu gibi, “ait olduğu kamp” ile yine uyumsuzluğa düşmüş olacak.

İran’ı ikna edemezse
Biz Ankara’nın İran konusundaki tutumunun “AKP iktidarına endeksli” olduğuna inanmıyoruz. İktidarda hangi parti olsaydı, Türkiye’nin çıkarlarını düşünüp İran’a karşı yaptırımlara katılmazdı.
Ancak, “İslami eğilimli” olduğuna inanılan bir hükümetin işbaşında olması ve bu hükümetin başbakanının Ahmedinecad ve El Beşir gibilerinin avukatlığını yapması, Türkiye’nin hangi bloğa ait olduğuna dair tartışmaları depreştirecektir.
Ankara’nın potansiyel sorunları bununla da bitmiyor. Zira Türkiye’nin bölgesinde gerçekten ne denli “etkin” olduğu da bu vesileyle görülecektir. İran’ı Batı’nın kabul edeceği bir noktaya getirememesi halinde bu iddiası da sorgulanacaktır.
Özetle, Davutoğlu uranyum konusunda İran’ı ikna edemezse, yine iki arada bir derede kalan Türkiye, hâlâ ait olduğuna inandığı Batı nezdinde tekrar zora girecektir. Bunun ilk yansımalarını da yakında Washington’u ziyaret edecek olan Başbakan Erdoğan hissedecektir.