Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Geçen haftayı, Washington’daki “Brookings Institution” ve Kuzey Carolina’daki Duke Üniversitesine bağlı “İslami Araştırmalar Merkezi”nde Ortadoğu’daki son gelişmeler hakkında birer konuşma yapmak üzere ABD’de geçirdik.
Ele aldığımız konuların arasında kaçınılmaz olarak, Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalar sonrasındaki düzen kurma çabaları ve “Türk modeli”nin bu çerçevedeki geçerliliği meselesi de vardı. Açıkça konuşmak gerekiyorsa, gazetecilere karşı son operasyon konuşmamızı yaptığımız sıralarda gerçekleşseydi iyice mahcup olacaktık.
Zira İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın Türkiye’deki basının ABD’den de özgür olduğuna dair sözleri, biz daha Washington’a varmadan mahcup olmamız için gerekli altyapıyı hazırlamıştı. Bu sözlerin hem ABD’deki Türkler, hem de Türkiye’yi tanıyan Amerikalılar arasında sinik ve müstehzi tebessümlerle karşılandığını söylemeye aslında gerek bile yok.
Özetle, Mısır’da ayaklanan halkın en çok istediği şeylerden biri basın özgürlüğü olduğuna göre, Türkiye bu açıdan artık bir “anti-model,” yani “uyulmaması gereken bir örnek” konumuna düşmüştür. Aksini iddia etmek, Nedim Şener gibi dünyada saygı toplamış bir gazetecinin de aralarında bulunduğu son gözaltına alınmalar sonrasında grotesk bir karikatürden başka bir şey olamayacaktır.
Özetle Türkiye, basın özgürlüğü nedeniyle uluslararası camia nezdinde ciddi bir itibar kaybı ile karşı karşıyadır. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu bunu görmek veya görüyorlarsa kabul etmek istemeyebilirler. Bu kendi siyasi tercihleridir. Fakat Cumhurbaşkanı Gül Türkiye için ortaya çıkan son derece kötü görüntünün farkında.

Yargıyı yöneltilen eleştiriler
Nitekim Fikret Bila’ya söyledikleri ve dünkü Milliyet’te yer alan aşağıdaki sözleri bunu açıkça gösteriyor:
“Olup bitenleri takip ettiğimde intibaım şu ki; kamu vicdanında kabul görmeyen bazı gelişmeler oluyor. Bu hal, Türkiye’nin geldiği ve herkes tarafından takdir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum.”
Sözlerine, “yargının, hâkim ve savcıların işine karışmam” diye girdiyse de, Gül’ün bu konudaki kaygısını yine de beyan etme gereğini duyması, hükümetin konuyla ilgili tutarsız yaklaşımı karşısında dikkat çekicidir. “Hükümetin tutarsız yaklaşımı” diyoruz çünkü bugün “bırakın yargı işini yapsın” diyen Erdoğan’ın ile kurmaylarının, kapatma davası sırasında aynı yargı sistemi hakkında neler söyledikleri unutulmuş değil.
Bunları hür iradesini sorgusuz sualsiz AKP’ye teslim etmemiş olan herkes hatırlıyor. AKP kurmaylarının, “Viyana Kriterleri” diyerek Türk yargısını AB, Avrupa Konseyi ve AGİT bünyesinde nasıl eleştirdiklerini de unutmuş değiller. Bu çelişki de haliyle fena sırıtıyor.
Demokrat ruhlu birisi olarak tanıdığımız Cumhurbaşkanı Gül’ün, kaygısını ifade etmekle yetinmeyip, devletin başkanı olarak Türkiye’nin uluslararası saygınlığını düşünerek bu konuda elinden geleni yapmasını da dileriz. Öte yandan Erdoğan’ın tavrına bakınca, hükümetten bu konuda bir şey beklenemeyeceği aşikar.
Nitekim AKP iktidarı, 12 Eylül referandumunda kabul edilen anayasa değişikliği paketinde basın özgürlüğünü anayasal güvence altına almak için herhangi bir çaba da sarf etmedi. Hükümet, Meclis’teki güçlü konumuna rağmen, Cumhurbaşkanı Gül’ün sözünü ettiği “kamu vicdanında kabul görmeyen gelişmeleri” engellemek için bugün de herhangi bir çaba sarf etmiyor.
Gerçi Başbakan Yardımcısı BülentArınç,son yaşananlar ışığında, TCK’da yapılacak değişiklikle gazetecilerin yazdıkları şeyler için ceza almalarının önüne geçeceklerini söyledi.Fakat buna ancak olduğunda inanacağız. Kaldı ki, Türkiye yoğun dış eleştirilere uğrayıp itibar kaybederken, Erdoğan’ın “yapılacak bu değişiklikten” söz etmemesi de zaten yeterince manidar.
Bu durumda Washington’da bir Amerikalının esprisi daha acıtıcı geliyor bize. Gerçekten de dediği gibi, bu gidişle basın özgürlüğü açısından Türkiye Mısır için değil, Mısır Türkiye için bir model olacak.