Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

AKP iktidarının verdiği en önemli sözlerden biri “işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans” vaadiydi. Bu sözün tutulmadığını somut istatistikler ortaya koyuyor. Dün basında yer alan bir habere göre Ankara sadece 2011 yılında 31 davada “suçlu” olduğunu kabul ederek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile “dostane çözüme” varmış. Bunun için de 365 bin euro tazminat ödemeyi kabul etmiş.
“Varılan dostane çözüm” sayesinde bu davalar Türkiye’nin siciline işlenmeyecek. Ankara böylece “insan hakları sicilinin bozulmasını” engellemiş olacak. Böylece AKP iktidarının da, geçmiş iktidarlar gibi, burada “insan haklarından” çok “ülkenin sicilinin bozulmamasına” önem verdiği görülüyor.
Ancak ortada kara mizahı aratmayan bir durum var. Ankara sanki “ihlalde bulunurum parası neyse bunu da öderim, yeter ki sicilim temiz kalsın” diyor. Üstelik bu “bedeli” topladığı vergilerle ödeyerek vatandaş olarak bizleri de bu çarpıklığa taraf yapmış oluyor.
İşkencecilerin ağırlıklı bölümü de bu durumda, haliyle, hem cezasız kalıyor, hem de vergi israfına mal olmalarının hesabını vermekten kurtuluyorlar. Bazıları ise terfi ettirilerek başka görevlere tayin edilebiliyorlar.
“Dostane çözüm” yoluyla AİHM’deki sicilimiz kâğıt üzerinde nispeten temiz tutulmaya çalışılsa da, hem Türk insanı, hem de dünya kamuoyu Türkiye’nin bu açıdan çok eskilere dayanan sicilinin ne denli bozuk olduğunun farkında. Türkiye ise bu ayıbını on yıllar boyunca üstünden bir türlü atamadı.
Bunu yapmak için gereken siyasi iradeyi nedense bir türlü bulamadı. Tam aksine, onca ifşaata, AİHM’den gelen onca cezaya rağmen, gerekenleri yapmak yerine, sanki işkence ve kötü muameleyi bir “araç” olarak elinde tutmak istiyor.
Nedim Şener’in televizyonda gözyaşları arasında Silivri Cezaevi hakkında söylediklerini hepimiz dinledik. Düzgün ve dürüst bir gazeteci olan Şener’den “Silivri’de insana ait hiçbir şeyin” olmadığını “her şeyin insanı çürütmek üzere kurulmuş olduğunu,” aslında buna hiç şaşırmadan, öğrendik.
Bu arada Pozantı Çocuk Cezaevi’ndeki tecavüz ve kötü muamele haberleriyle sarsıldık, “bu kadar da olmaz” dedik. Şimdi de TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu bünyesinde oluşturulan Cezaevi Alt Komisyonu’nun üyelerinden Osmaniye Cezaevi’nde tutuklu ve hükümlüler ile ziyaret için gelen aile fertlerine uygulanan aşağılayıcı muameleleri öğreniyoruz.
Tüm bunlar “işkenceye sıfır tolerans” vaadinde bulunan AKP iktidarın nöbetinde cereyan ediyor. Bu dönemdeki insan hakları ihlalleri ise askeri dönemleri aratmıyor. Hükümetin elinin bu konuda bağlı olduğunu, bu nedenle fazla bir şey yapamadığını söylemenin ise hiçbir inandırıcılığı yok.
Karşımızda sanki “sıfır tolerans” sözünü vermiş olan değil, Hrant Dink’in katili ile kahramanlık pozu veren bir polisin terfi ettirilmesine göz yuman, bundan herhangi bir vicdan azabı çekmeden bu tür garabetlere tahammül edebilen bir hükümet var.
Gece gündüz “ileri demokrasi”den söz eden bir hükümetin bu durumdan kendisine yansıyan itibar kaybını hazmedebilmesi de ayrıca manidar. Oysa polis, gardiyan, cezaevi derken, bunların iplerinin hepsi yürütmenin elinde olan şeylerdir. Cezaevleri sonuçta hükümetin kontrolü dışında “dokunulmazlıkları” olan veya “kurtarılmış bölge” sayılabilecek yerler değildir.
Bu nedenle hükümet, gerçekten istese, gereken iradeyi bulup insan hakları ihlalleri açısından askeri dönemleri aratmayan Türkiye’deki bu çirkin görüntüden kurtulma gücüne sahiptir. İşkencecilere karşı birkaç ağır cezalı dava, ayrıca kötü muamele yoluyla vatandaşın vergisini boşa harcatan polis ve gardiyanlardan bu paraların tahsil edilmesine gidilmesi gibi uygulamaların bu açıdan büyük yarar sağlayacağı kesin.
Peki, elinde bu güç varken “işkenceye sıfır tolerans” sözünü vermiş olan bu hükümet neden gereken adımları atmıyor ve kendisini insanlık suçu işleyenleri koruyormuş gibi bir duruma düşürmeye razı oluyor? Esas sorulması gereken işte budur.