Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan’ın “dindar ve muhafazakâr bir nesil yetiştirmek istiyoruz” sözlerinin Türkiye’ye diş bileyen çevrelerce “bakla ağızdan çıktı” diye not edildiğinden emin olabiliriz. Bu sözler Erdoğan’ın geçen yılkı Mısır ziyaretinde söylediği, “Birey laik olmak zorunda değil, ama devlet laik olmalıdır” sözleriyle de çelişiyor.
Erdoğan da zaten, dinci kesimleri rahatsız eden o sözlerinin arkasında durmadı. Aksine şimdi, “dindar neslin devlet eliyle ortaya çıkarılması gerektiğine” dair bir anlayış içinde olduğunu ortaya koyuyor. İşin ilginç yanı, Erdoğan, bu açıklamasıyla, Amerikan başkanlık adaylarından “dinci” Newt Gingrich ve Mitt Romney ile aynı sınıfa girmiş oldu.
Bu sınıfa tabii ki, başkanlık adaylığı yarışından çekilmeden önce “Türkiye İslami teröristlerin elinde” diye konuşan Teksas Valisi Rick Perry de dâhil. Sonuçta bu isimler de Amerika’da “dindar nesiller yetiştirmek istiyorlar.”
Peki, Amerika’da sorulduğu ve Hasan Cemal’in dünkü yazısında da gündeme getirdiği gibi, ya insanlar çocuklarının dindar olmasını istemiyorlarsa? Ya insanlar çocuklarını Erdoğan’ın kastettiği dinde değil de, başka bir dinde yetiştirmek istiyorlarsa? Onların haklarını kim koruyacak?

Her yönüyle savaş görüntüsü
Erdoğan “dindar nesil” açıklaması çerçevesinde “demokrasi vurgusu” da yaptı. Ama bu bile, demokrasiden ne anladığımıza bağlı. Gerçek demokrasi olması için, bunun tüm inançlara eşit mesafede duran “laik” bir zemine oturması, “eşyanın tabiatı” gereğince zorunludur. “Seçim sonuçlarına bak, çoğunluk bunu demiyor” yaklaşımı ise, farklı niyetler barındıran demagojik bir bakış açısını yansıtır.
Çağdaş siyaset felsefesi açısından temel soru şudur:
Demokrasi “çoğunluk tahakkümünün” geçerli olduğu bir düzen mi, yoksa azınlık haklarının çoğunluğa karşı korunduğu bir düzen mi? Hükümetin söyleminden AKP için ilkinin geçerli olduğunu anlıyoruz. Erdoğan’ın “dindar nesil” lafı da bu nedenle birçok insan için ürkütücü olmuştur.
AKP ve AKP yanlısı medyadan yansımaya başlayanlara bakılırsa, “Kemalist” diye literatüre geçen düzene karşı her yönüyle bir savaş açıldığı görülüyor. O düzenin antidemokratik, üstünlükçü, müdahaleci ve kişisel hakları sınırlayıcı boyutunu her zaman eleştirmeye çalıştık. Ancak, AKP’den aynı düzene karşı gelen benzeri eleştirilerin samimiyeti hakkında kuşkularımız var.
Bu kuşkuları körükleyen sadece Erdoğan da değil. “Mahir bir demagoji ustası” görüntüsü veren Hükümet Sözcüsü Hüseyin Çelik’in açıklamaları da bu hissimizi körükler nitelikte. Atatürk’ü koruma kanununa atıfla sarf ettiği “Peygamberi bile koruma kanunu yok. Andımız, Gençliğe Hitabe ayet mi?” sözlerini de bu ‘ışık’ta görmek lazım.

Tek tip elbise artık mümkün değil
Çelik’in dediği gibi “kimseyi kanunla sevdiremezsiniz?” Bu kuşkusuz Atatürk için de geçerli. Ancak “Peygamberi bile koruma kanunu yok” demek, işin içine dini sokarak kasıtlı bir şekilde elmayla armudu karıştırmaktır. Zira Peygamber, “peşinen koruma altındadır.” Sağlığını önemseyen hiç kimse, hiçbir Müslüman ülkede Peygamberi eleştiremez.
Hatta Müslüman olmayan Danimarka veya Hollanda gibi bir ülkelerde bile Peygamber ve İslamiyet hakkında Müslümanları kızdıran şeyler söyler, yazar veya çizerseniz, başınıza nelerin gelebileceği görüldü. Theo Van Gogh’un öldürülmesi burada bariz bir örnektir.
Bizce “dindar nesil istiyoruz” lafını sonuçta boş çıkaracak olan, Türkiye’nin din, mezhep ve etnik köken açısından - “Kemalistler” dâhil, artık herkesçe kabul edilmesi gereken heterojen yapısıdır. Sosyolojik açıdan bakıldığında hiç kimsenin bu yapıdaki bir Türkiye’ye “tek tip elbise” giydirmesi artık mümkün görünmüyor.
Buna rağmen “tek tip Türkiye” için çabalamak, toplumsal çatışma ortamı hazırlamaktan başka bir işe yaramayacaktır. Özetle, Türkiye için gerekli olan çağdaş, rasyonel, demokrat ve bireysel haklara saygılı nesillerdir.
Çocuğumuzun dindar olmasını istiyorsak, bu da sadece kişisel bir tercihimiz olabilir. Ama “dindar nesli” illa da devlet eliyle yaratmak istiyorsanız, çağdaş uygarlıktan peşinen feragat ediyorsunuz demektir.