Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Eskiden “Türkiye’de yaşananlar konusunda Batılı diplomatlar ne diyor?” diye merak edilirdi. Bu merak bir hayli azalmış durumda. Zaten “Batılılara neymiş bizim içişlerimiz?” diyen birçok kişi için bu merak bir “aşağılık kompleksi” yansıtıyor. Biz ise hiç öyle görmedik.
Son baktığımızda Türkiye, yaşanan tüm sorunlara rağmen, AB’den vazgeçmek niyetinde değil. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “vazgeçmeyiz çünkü Avrupa’nın bir parçasıyız” yaklaşımı bunu gösteriyor. Öte yandan, isteksizce de olsa, NATO’nun Libya operasyonuna katılmamız, ayrıca ittifakın “füze kalkanı” projesine dâhil olmamız da, Batı ile ittifakımızdan çıkmak niyetinde olmadığımızı gösteriyor.
Bu durumda “ortaklarımız” ile “müttefiklerimizin” Türkiye hakkında fikir beyan etmeleri eşyanın tabiatındandır. Hoşlarına gitmese de Macarlar, AB’nin o ülkedeki antidemokratik gelişmeler karşısında açıklamalarda bulunmasını ve yaptırımlardan söz etmesini kabullenmek zorundalar. Türkiye bu koşullardan memnun değilse, AB’den vazgeçebilir ve NATO’dan çıkabilir. Aksi takdirde oyunu ait olduğunu iddia ettiği bloğun kurallarına göre oynamak durumundadır.
Bu temek kurallar açısından bakıldığında, son günlerde yokladığımız Batılı diplomatlar arasında AKP iktidarının Türkiye’yi, “ilerisini” bırakın, “normal demokrasiye” götürmekte olduğuna dair şüphelerin arttığını gördük.
Zaten 60 yıldır üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin “Türkiye’de Adalet Yönetimi ve İnsan Haklarının Korunması” başlıklı son raporu, adil hukuk sistemi ve bireysel haklar açısından nerede olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor. AKP iktidarı, “yaptığımız büyük reformları görmezden gelen yanlı ve eksik bir çalışma” diyerek bu bulguları reddetti tabii.
Ancak hükümetin, bu raporun aslında yabancısı olmadığımız tespitleri ışığında, ayrıca yaşanan mağduriyetlerin artmaması için, gereken adımları derhal atmak yerine, kendisini savunmak için karşı saldırıya geçmesi manidar. Bu bile AKP’nin, ister basın özgürlüğü, ister gözaltı ve tutuklama süreçleri açısından Türkiye adına ortaya çıkmış olan olumsuz imajı gidermek için fazla hevesli olmadığını gösteriyor.
Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in açıklamaları da zaten, hükümetin bu açıdan bir telaşı olmadığını ortaya koyuyor. Ergin son olarak şunları söyledi:
Şikâyetlerin önemli bir bölümünün uzun tutukluluk sürelerinden kaynaklandığı düşüncesine kısmen katılıyorum. En geç bir hafta içerisinde buna ilişkin çok geniş kapsamlı bir tasarıyı Meclis’e getireceğiz. Yargıtay’da görülmekte olan davalar erimeye başlayacak, hukukta bir yılda, cezada da 1,5-2 yıl arasındaki sürede stok dosyalar bitecek, Yargıtay postaya çalışacak. Bu Türkiye açısından bir devrimdir.”
Güzel de bazı gazeteci arkadaşlarımız dört yıldır içerde. Dünyada konuyla ilgilenen kuruluşlar ise yıllardır “durumu düzeltin” diyorlar. Ancak Ergin’in açıklamalarından, neredeyse 10 yıldır iktidarda olan hükümetin sadece şimdi, o da isteksizce, harekete geçeceğini gösteriyor. Bundan da haliyle “ileri demokrasiye” inanan ve bunun için var gücüyle çalışan bir hükümet portresi çıkmıyor.
Bugüne kadar “AKP yanlısı” diye bilinen gazeteciler bile artık ülkenin giderek bir “otokrasiye” dönüşmekte olduğuna ve yasaların da bu çerçevede “seçici” bir şekilde uygulandığına işaret etmeye başladılar. Başkaları ise hapishanelerimizde şu anda “siyasi gerekçelerle” bulunanların sayısının askeri yönetim dönemlerini aratmadığını söylüyorlar.
Özetle, Türkiye’de “devrim” niteliğindeki tek şeyin, “siyasi nedenlerle başkalarını hapse atanlar ile hapse atılmış olanların yer değiştirmiş olmalarından ibaret olduğunu” savunuyorlar.
Sonuçta burada üzerinde durulması gereken temel husus, AKP iktidarının gerçek demokrasiden yana bir güç olduğuna dair kuşkuların hem yurt içinde, hem de yurt dışında artıyor olmasıdır.