Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad’ın, uranyum stoklarını zenginleştirme konusunda dünyaya meydan okuması, ABD ziyareti öncesinde “can dostu” Başbakan Erdoğan’ı zora soktu.
Güvenlik Konseyi daimi üyeleri Rusya ve Çin’in bile geçen hafta Tahran’ı kınayan bir tasarıya katılmalarına kızan İran’ın, “Diyalog bitmiştir” şeklindeki açıklamaları ise, Ankara’nın “Diyalog kapıları açık kalsın” argümanını da anlamsız kılmıştır. Bu arada, Türkiye’nin, “Her ülkenin barışçıl nükleer enerjiye hakkı var” argümanı da, İran’ın açıkladığı ve uranyumun zenginleştirilmesi için yeni tesislerin kurulacağını ortaya koyan yaklaşımıyla ciddi darbe yemiştir.
Zira Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) üyesi olan, ayrıca Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’na (NPT) taraf olan İran’ın, Kum kentinde daha önce gizlediği bir uranyum zenginleştirme tesisinin varlığını bu yaz açıklaması, samimiyetine dair uluslararası kuşkuları daha da artırmıştır.

Ankara’nın itibarını sarstı
Tahran’ın 10 farklı yerde benzeri yeni tesisler kuracağını söylemesi ise bu kuşkuları iyice körüklemiştir. Öte yandan, geçen hafta IAEA’daki oylamada İran’ı kınayan tasarı konusunda küçük ve marjinal bir ülkeler grubuyla birlikte hareket etmesi Ankara’nın itibarını sarsmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, kısa bir süre önce Tebriz’e yaptığı ziyaret sırasında, Ahmedinecad’ı IAEA ile işbirliği yapması konusunda ikna edebilseydi, Türkiye’nin konumu bugün elbette ki çok farklı ve çok daha güçlü olurdu.
Ancak Ahmedinecad’ın, Erdoğan’ın Tahran’a yaptığı son ziyaret sırasında kendisine verdiği güçlü moral desteğe ve Davutoğlu’nun dostane uyarılarına rağmen gerginliği doruğa taşıması, Tahran’ın Ankara’yı ne kadar ciddiye aldığını da ortaya koymuş oldu.
Gayet açık bir şekilde ifade edilecek olursa, Ahmedinecad, gerginliği artırma politikasını sürdürmeye karar verirken, “Dostum Erdoğan’ı zor durumda bırakırım” diye düşünme ihtiyacını duymamıştır. Sadece, Erdoğan’ın kendisine verdiği “moral destekten” çıkarları doğrultusunda yararlanmaya bakmıştır.
Bu durumda Erdoğan gelecek hafta Oval Ofis’te Başkan Obama ile İran konusunu görüşürken zayıf durumda olacaktır. Zira Ahmedinecad’ın avukatlığını yaparken gündeme getireceği konuların zeminini İran kendi eliyle boş bırakmıştır. Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olan Türkiye’nin İran sıkıntısı bununla da bitmiyor.

Müttefikleriyle ters düşecek
Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırımlar konusunda oluşacak bir çoğunluğa rağmen bu konuda çekimser kalmak zorunda kalacak olan Türkiye daha da izole olacaktır. Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde çekimser kalmaları halinde ki bu şu anda kesin değil -Türkiye bu kez NATO müttefikleriyle ters düşmüş olacaktır.
Bir yandan İran konusu tartışılırken, Türkiye’nin “eşyanın tabiatı” gereğince Afganistan’a muharip güç gönderemeyecek olması ise, Erdoğan’ın Washington ziyareti konusunda ABD medyasında çıkacak yorumların tonunu belirleyecektir.
Bu arada, arkadaşımız Aslı Aydıntaşbaş’ın da önceki gün bildirdiği gibi, Erdoğan’ın Washington’da Yahudi lobisiyle ilk kez görüşmeyecek olması, ziyaretin sıkıntılı geçeceğine dair bir başka işaret olarak kabul edilebilir. Erdoğan’ın klasik İsrail söylemini Washington’da tekrarlaması ise ziyaretin atmosferini daha da bozacaktır.
Bu ziyareti Türkiye’nin “proaktif diplomasisi” çerçevesinde elde ettiği bazı önemli bölgesel başarıların ışığında geçseydi o zaman Erdoğan’ın Oval Ofis’te “edilgen” değil, “talepkâr” olması çok daha kolay olurdu.
Ancak, küçük bazı gelişmeler dışında, bu başarılar henüz ortada yok. Toz kondurmadığı “can dostu” Ahmedinecad’ın Erdoğan’a bu konuda çok yardımcı olduğu da söylenemez.