Washington’un, Mavi Marmara saldırısında İsrail’i suçsuz bulan “Turkel Komisyonu Raporu”nu “bağımsız, inandırıcı, tarafsız ve şeffaf” bulması Ankara’yı kızdırdı. Aslında bu sonuçta bir sürpriz yoktu. Bu komisyonun İsrail’i temize çıkaracağı varsayılıyordu.
ABD’nin, “otomatik destek” güdüsüyle, komisyonun raporunu desteklemeye çalışacağı da tahmin ediliyordu. Fakat Türkiye ile ilişkilere de önem veren Washington’un yine de iki müttefiki arasında denge sağlamaya çalışacağı düşünülüyordu.
Fakat ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü PJ Crowley’in Turkel Raporu’na beklenenden güçlü destek vererek, bunu “bağımsız, inandırıcı, tarafsız ve şeffaf” bulması Ankara ile Washington arasında tekrar soğuk rüzgârlar estirdi.
Ancak, Crowley’in önceki gün konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamadan sonra kızma sırası İsrail’e geçti. Zira Crowley bu kez Türkiye’nin Mavi Marmara saldırısı için oluşturduğu Ulusal Soruşturma Komisyonu’nun raporunu “bağımsız ve inandırıcı” buldu.
Her iki soruşturmanın sonuçları birbirine o kadar ters ki, birçok insan şimdi ABD’nin nasıl biri “ak” diğeri “kara” diyen iki raporu aynı anda “bağımsız ve inandırıcı” bulabildiğini merak ediyor.
Bu durumda, bir kavgayı ayırmaya çalışan Nasreddin Hoca’nın tarafları dinledikten sonra her iki tarafı da haklı bulduğu fıkra akla geliyor. “Her ikisi haklı olamaz” diye çıkışanlar da böylece bunu söyleyen ve Hocadan “sen de haklısın” yanıtını alan karısı gibiler.
Ancak her zaman anlatmaya çalıştığımız gibi diplomaside “mantık”, “ilkeli duruş” veya “tutarlılık” bekleyenler genelde hüsrana uğrarlar. Zira, ne yazık ki, uluslararası ilişkileri hâlâ mantık ve ahlaktan çok, ulusal çıkarlar güdüyor. ABD ise bu çıkarları uğruna şu anda çatışan iki müttefikini hoş tutmaya çalışıyor.
Washington, “açmaz” gibi görünen bu çelişkili durumdan çıkış yolunu topu BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon tarafından Mavi Marmara olayı için kurulan “Palmer Paneli”ne atmakta buluyor.
Nitekim Crowley’in hem Turkel Raporu, hem de Türkiye’nin soruşturma raporu konusunda yaptığı da bu oldu. Önceki günkü açıklamasında konuya değinirken şunları söyledi:
“Her iki ülke -Türkiye ve İsrail- gerçeklere ulaşmak adına ciddi ve sorumlu çalışma yürütmüştür ve her iki ülke de [BM] Genel Sekreteri panelinin çalışmalarına önemli katkılarda bulunmuştur.”
Özetle ABD dikkatleri şimdi Yeni Zelanda’nın eski başbakanlarından Geoffrey Palmer’ın başkanlığını yaptığı panele çekmeye çalışıyor. Türkiye ise zoraki olarak kabul ettiği bu panele o kadar sıcak bakmıyor, zira bunun yönergesinden Ankara ile Washington farklı şeyler anlıyorlar.
Özetle söylersek kendisini yüzde yüz haklı gören Ankara, hangi komisyon olursa olsun, bundan İsrail’in “açık denizlerde korsanlık ve cinayet” ile suçlanacağı ve Türkiye’den özür dileyerek tazminat ödemeye zorlanacağı bir sonuç bekliyor.
Ankara BM İnsan Hakları Konseyi’nin Mavi Marmara raporundan bu nedenle çok memnun olmuştu. Zira o soruşturma İsrail’i her konuda suçlu bulmuştu. Ancak, ABD de sırf bu nedenle Konseyi’nin raporuna karşı oy kullanmıştı.
Ankara’nın Palmer Paneli’nden beklentisi de farklı değil. Ancak ABD bu panele, bir tarafı suçlu bir tarafı suçsuz bulacağı bir oluşum olarak bakmıyor. Hatta panelin bu konuda bir yargıya varmasını dahi istemiyor.
ABD’nin bu panelden ne beklediğini BM’deki Büyükelçisi Susan Rice, aylar önce söyledi. Washington’a göre Palmer Paneli, ihtilaflı taraflardan aldığı bilgileri ve gerekirse istediği ek bilgileri değerlendirerek, Mavi Marmara saldırısı gibi olayların tekrar yaşanmaması için öneriler sunacak.
Washington Palmer Paneli’nin aynı zamanda Türkiye ile İsrail arasında siyasi uzlaşma sağlanması için zemin hazırlamasını arzuluyor. Öte yandan Palmer Paneli’nin hiç beklenmedik şekilde İsrail’i suçlaması halinde bunun Washington tarafından veto edileceği aşikâr.
Uzun lafın kısası, Mavi Marmara olayı Türkiye’nin, İsrail’in ve ABD’nin başını daha bir süre ağrıtmaya adaymış gibi görünüyor.