S8ırbistan ve Bosna Hersek dışişleri bakanlarının “Üçlü Mekanizma” çerçevesinde geçen hafta Ankara’da bir araya gelmelerinden sonra yazdığımız yazıda, “Türkiye’nin Balkan politikasının başarılı olduğunu” söylemiştik. Dışişleri çevrelerinin bu konuda AB’ye yönelttikleri eleştirilere de yer vermiştik.
Bizde şahsen Ankara’nın burada oynadığı rolü başarılı buluyoruz. “Düşman kardeşler” olan Sırplarla Boşnakları bir araya getirmenin herkes tarafından olumlu bir gelişme olarak kabul edilmesi gerektiğine de inanıyoruz.
Bu arada, Dışişleri çevrelerimiz gibi, AB’nin bugüne kadar Balkanlar’da ortalığı karıştırmak dışında olumlu bir rol oynamadığını düşünüyoruz. Zamanında Yugoslav savaşını sona erdiren de zaten AB değil, sonunda ABD’deydi.
O yazımız üzerine arayan AB’li diplomatlar oldu. Söylediklerinden, Türkiye’nin Balkanlar’da oynadığı başarılı rolden rahatsız oldukları bariz bir şekilde anlaşılıyordu. İşin ilginç yanı, Türkiye’nin yakın ilişki içinde olduğu bazı Balkan ülkelerinin de bu rahatsızlığı paylaşmalarıdır.
AB ve Balkan ülkeleri diplomatlarının anlatımlarına göre, bu rahatsızlığın nedenlerinin temelinde şu düşünce yatıyor: “Türkiye’nin Bosna’da yanlış kişileri desteklediğine” inanılıyor. Ankara’nın bu çerçevede Bosna Hersek’i oluşturan üç unsura, yani Boşnak, Sırp ve Hırvatlara eşit mesafede durmadığı düşünülüyor.
Ağızdaki baklanın çıkması ise fazla zaman almıyor. Özetle, Ankara’nın Bosna’da “İslami güdülerden hareketle” tüm ağırlığını İslami eğilimleri ağır basan Boşnakların arkasına koyduğu belirtiliyor. Türkiye’nin bu çerçevede dile getirdiği temel bir argümana da karşı çıkılıyor.
Türkiye’nin bu argümanı özetle şöyle: “Bosna’daki Sırpların arkasında Sırbistan, Hırvatların arkasında da Hırvatistan var. Müslüman Boşnakların arkasında ise hiç kimse olmadığı için Türkiye bu rolü üstlendi.”
Ancak bu yaklaşım özellikle Hırvatistan tarafından reddediliyor. Hırvat diplomatlar bunun “Zamanı geçmiş bir yaklaşım” olduğunu söylüyorlar. Batılı diplomatlar da, “Zagreb bu tür oyunlarla AB perspektifini tehlikeye düşürmek istemez” görüşünü savunuyorlar.
Sırbistan için de aynısı belirtiliyor. Sırbistan Parlamentosu’nun Srebrenitza katliamı konusunda yakında yayımlaması beklenen deklarasyonun Bosnalı Sırpları çok kızdıracağına işaret ediliyor. Bu deklarasyonun Sırbistan’ın da AB perspektifine verdiği önemi sergileyeceği kaydediliyor. “Bu durumda Belgrad’ın Bosna’daki Sırpların arkasında olduğu söylenemez” deniyor.
Batılı diplomatların, Türkiye’nin “Balkanlar’da istikrara katkıda bulunmak istiyorsanız Bosna’ya da bir güvenilir AB perspektifi açın” şeklindeki argümanını da kabul etmedikleri görülüyor. Altını çizerek, “Bosna Hersek adaylığı hak edecek konuma gelmeden bu perspektifi alamaz” diyorlar.
Ancak bu bakış açısı sadece Türkiye tarafından hatalı sayılmıyor. Batı basınında çıkan birçok yorumcu da aynı kanaatte. Örneğin, Guardian gazetesinin yorumcularından Kenneth Morrison’a göre, Bosna’daki tarafları sonuçta ortak bir çatı altından birleştirecek tek şey AB perspektifi. Aksi takdirde, Bosna’nın mevcut haliyle dağılma sürecine girmesi kaçınılmaz görünüyor.
İşte Ankara’nın “Bosna’ya karşı ayrımcılık yapılıyor” argümanı burada devreye giriyor. Özetle, AB Türkiye’yi Bosna’da “yanlı davranmakla” suçlarken, aslında bunu kendisi yapıyor.
AB bu katı yaklaşımıyla aynı zamanda Balkanlardaki istikrarsızlığı da sürdürüyor, ki kimilerine göre bunu kasıtlı yapıyor.
Sonuçta Türkiye, “Bosnalı Müslümanların İslam Birliğine katılmasını istiyoruz” demiyor. Balkanlarda istikrar uğruna AB üyelik perspektifinin Bosna’ya da açılmasını istiyor. AB ise esas bu husustan rahatsızlık duyduğunu çağrıştıran tavırlar takınıyor.
Ankara’daki AB’li diplomatların söylediklerinden çıkardığımız bunlardır. Ancak, sırf “Avrupalılar rahatsız oluyor diye” Ankara’nın Balkanlar’daki bu olumlu girişimlerinden vazgeçeceğini hiç sanmıyoruz.