Avrupa Parlamentosu’nun kabul ettiği son Türkiye raporundaki bazı tespitlere diyeceğimiz yok. Ama Kıbrıs konusundaki yaklaşımı karşısında Başbakan Erdoğan gibi düşünüyoruz. Bu Avrupa Parlamentosu gerçekten kör. Bu saatte oturup Türkiye’ye, “Adadan askerini çek, Maraş’ı aç” gibi saçma sapan dayatmalarda bulunmaya çalışmak için kör olmak da yetmiyor.
Aynı zamanda hafıza yoksunu ve cahil olmak gerekiyor. Avrupalı parlamenterlerin bazıları öyle olsa bile, hepsi bu kadar yeteneksiz olamayacaklarına göre, burada kasıtlı ve kötü niyetli bir tutumun da söz konusu olduğu aşikâr.
Raporun Kıbrıs ile ilgili kısmını okuyunca aklımıza anında, “Bunlar kendi parlamentolarında 2003 yılında konuşulanları nasıl unutabilirler?” sorusu geldi. Avrupa parlamenterlerinin, Annan Planı’nı reddetmeleri üzerine, Rumlar hakkında o sırada neler söyledikleri, yakmadılarsa, arşivlerinde duruyor.
Bu arada o dönemin AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günther Verheugen’in “Rumlar beni kandırdı” sözü de arşivlerde duruyor. Dahası, planına “evet” demiş olan Kıbrıslı Türklere karşı AB tarafından uygulanan bariz ayrımcılık da ortada.
Raporu hazırlayan Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten’in “Bu yoldan Kıbrıs müzakerelerinden çözümü teşvik etmeye çalıştık” yaklaşımı ise, Türkiye hakkında ne denli cahil olduğunu göstermeye yetiyor. Oomen-Ruijten gibi düşünenlerin Kıbrıs’ta Türk tarafına akıllarınca gönderdikleri mesaj şu: “Derviş Eroğlu’nu seçer ve Denktaş ruhunu hortlatırsanız bizden alacağınız da bu olacaktır.”
Burada tabii ki ciddi bir “değerlendirme yetersizliği” var. Zira Kıbrıslı Türklerin tekrar Eroğlu’nun temsil ettiği dünya görüşüne meyil etmelerinin nesnel nedenleri ortada. Bunların başındaysa Türk tarafına haksız davranan AB geliyor.
AB Parlamentosu’nun Başmüzakereci Egemen Bağış’tan bu konuda aldığı yanıtı da yerinde buluyoruz. AB süreci gerçekten de “Kıbrıs’ı feda edecek kadar önemli değil.” Kaldı ki, Başbakan Erdoğan’ın meşhur lafıyla, “velev ki” Kıbrıs AB uğruna feda edildi. AB hemen Türkiye’nin üyelik perspektifinin önünü mü açacak?
Bunu düşünenler varsa, Avrupa Parlamentosu’nun bu son raporundan sonra bu görüşten herhalde vazgeçmişlerdir. Raporun bu yaklaşımından sonra Türklerin AB’ye olan inançlarının daha da azalacağını tahmin etmek de güç değil tabii.
Bundan dolayı Avrupa’da bayram edenler çıkacaktır. “Biraz daha bastırırsak Türkiye’yi AB’den toptan vazgeçirteceğiz” diye düşünenler olacaktır. Türkiye’nin şimdiki görevi ise bu kişilerin sevincini kursaklarında bırakmak olmalıdır.
Yani AB perspektifinden vazgeçmeden kapıyı zorlamaya devam etmeli. Üyelik perspektifi son erecekse de, bunu yapan taraf AB olmalı tabii yapabilirse. Bunlar olurken de Türkiye çıkarlarını kollamak için seçeneklerini alabildiğince geliştirmeye çalışmalı. Nitekim bugün bunu yaptığına dair işaretler de az değil. Batı’daki “eksen kayması” tartışmalarının odağında da zaten bu yatıyor.
AB bugün hiç de sağlıklı bir yapı görüntüsü vermiyor. Ekonomik olarak içine girdiği kriz ortada. Bu çerçevede “birlik” olmanın gerektirdiği “kolektif” güdülerden ziyade, ulusal güdülerin ön plana çıktığı görülüyor. Yani herkes kendisini kurtarmaya çalışıyor. O kadar ki Türkiye bazı AB üyelerine yardım edebilecek konuma bile geldi.
AB’nin ortak dış ve savunma politikalarından söz ediyorsak, Yugoslavya savaşı ve Irak krizi gibi gelişmeler bunun da olmadığını net bir şekilde ortaya koydu. İran konusunda AB içinde gereken konsensüsün sağlanıp sağlanamayacağını ise göreceğiz. Türkler tabii ki bunları da görüyorlar.
Uzun lafın kısası, Avrupa Parlamentosu’nun Kıbrıs konusundaki yaklaşımını ciddiye almak için en küçük bir neden yok. En iyisi “Hadi oradan!” diyerek kendi işimize bakmamızdır. Bu arada soruna artık “taraf” olan AB’nin Kıbrıs’ta çözüme herhangi bir katkısının olamayacağı da böylece bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır.